Tuesday, December 08, 2009

BEŞİKTAŞ MİLLİYETÇİSİ


BirGün/ 15:25 25 Ekim 2009

Beşiktaş’ı çok sevdiğimi daha önce yazmıştım. Ama bu sevginin nasıl başladığını anlatmamıştım. Üniversitedeki ilk senemdi. Beşiktaşlı bir oğlana aşık olmuştum. Onun benim varlığımdan haberi bile yoktu. Ama bu önemli değildi. Beşiktaş’ta oturduğunu bildiğim için, arada bir gidip orada vakit geçiriyordum. Kamburun Bahçesi’ni keşfedişim de aynı zamana rastlar. Ne zaman fırsat bulsam, okuldan kaçar oraya giderdim. Belki gelir de görürüm umuduyla değil. Daha çok ona yakın bir yerlerde olmanın tadını çıkarmak için. Param varsa Yedi-Sekiz Hasanpaşa Fırını’ndan saç örgülü kurabiye alıp çaya batırır, onun gamzeli çenesini ve zeki ışıltılarla dolu gözlerini düşünerek yerdim. Bunu o kadar uzun süre yaptım ki, sonraları o çocukla her karşılaştığımızda burnuma kurabiye kokusu geldi.
Her şey gibi bu da dağılıp gitti bir zaman sonra. Araya bir sürü şey girdi. Ben o oğlandan vazgeçtim. Sonra daha nelerden nelerden vazgeçtim. Ama Beşiktaş sevgisi baki kaldı.
Onun içindir ki, okuduğum kitaplarda Beşiktaş lafı geçince çocuk gibi sevinirim. Hatta karakterlerin yolu Beşiktaş’a düşerse daha da hoşuma gider. Mesela Celil Oker’in detektif karakteri Remzi Ünal, sık sık Beşiktaş iskelesine gidip Üsküdar’a geçer. Oralarda dolaştığı için bir gün karşılaşıverecekmişiz gibi gelir, daha da bir ısınırım ona.
Alper Canıgüz’ün ‘Tatlı Rüyalar’ı da Beşiktaşlı bir romandır. Onu bir öğrencim getirip elime tutuşturmuştu. Çok da iyi yapmıştı. Romanda bolca Beşiktaş vardı. Hatta ondan ötesi de vardı. Fakat öyle bir döneme rast geldi ki, hikaye ne zaman gelip Balık Pazarı’na dayansa, o aralar bende kalan bir arkadaşımla beraber soluğu orada alıp bir masaya kurulduk. Onun için okunması zaman aldı.
Mehmet Açar’ın son romanı ‘Çok Uzaklarda Bir Yaz’ın kahramanı da Beşiktaş’ta yaşıyor: “Bu satırları iki binli yıllarda, Beşiktaş’ın arka sokaklarındaki ucuz, güneş görmez bir bodrum katının rutubetli duvarlarının arasında emektar ve külüstür bir PC’de yazıyorum. İşsiz, borçlu ve yalnız biriyim. (…) Aslında çok da mutsuz olduğum söylenemez. Bazen Abbasağa Parkı’nda köpekleri, kedileri severken ya da sahilde balıkçıların yanında Boğaz’ın sularını seyrederken, var olmaktan keyif aldığımı düşünüyor, kendimi iyi hissediyorum.”
Beşiktaş’ın böyle onarıcı bir tarafı vardır gerçekten. İşsiz ve parasız bile olsanız, insaflı davranır size. Parklarda oturup simit yiyebilir, seyyar kahveden bir bardak çay alıp sahilde oyalanabilirsiniz. Ya da iyice içiniz sıkılıyorsa vapura atlar karşıya geçip geri dönersiniz. Beşiktaş, kim olursanız olun size mutlu olmak için bir şans tanır.
Geçenlerde bir arkadaşıma, çarşıdan ayrılmanın benim için ne kadar zor olduğunu anlatıyordum. Ben bu simitler, kahveler, vapurlar tiradını attıktan sonra, bana ne dese beğenirsiniz? “Sen Beşiktaş milliyetçisi olmuşsun, haberin yok!” Çok bozuldum. Sonra düşündüm, varsın öyle olsun, dedim kendi kendime. Bir semtin “milliyetçisi” olacaksam, o Beşiktaş olsun.
Beşiktaş kalender bir semttir çünkü. Orada herkese yer vardır. Kimse kimseye yan bakmaz, afra tafra yapmaz. Travestiler başörtülü eczacıdan alışveriş eder. Muhafazakar lokantacı ekmeğini Kürt bakkaldan alır. Emekli ilkokul öğretmeni, köşede çiçek satan kıza okuma yazma öğretir. Yaşını başını almış esnaf, sen yoldan geçerken saygısından ayağa kalkar. Öğretmensin diye yapar bunu. Utanır yerin dibine girersin. Kamburun Bahçesi’nde garson, duble çayını şekersiz içtiğini bilir ve sormadan getirir. Yaşlı teyzeler sokakta kalmış çoluk çocuğu ve meczubu itinayla besler. Yaz gelince, herkes kapısının önüne su koyar ki, sokak köpekleri susuzluktan helak olmasın. (Kimi esnaf zaten yaz kış dükkanın önünden kedi mamasını eksik etmez.) Çocuklar, komşulara ya da bakkala bırakılmış anahtarı alıp girerler evlerine. Cüzdanını bir yerlerde unuttuysan, pastanedekiler cebine poğaça tıkıştırmakla kalmayıp bir de yol parası için borç vermeyi teklif eder. Filipinlisinden Afrikalısına kadar yetmişiki milletin insanı sokaklarında dolaşır.
İşte gönül rahatlığıyla söylüyorum: Keşke bütün Türkiye Beşiktaş olsa! Bütün farklılıklara rağmen anlayış içinde dostça yaşasak.

BABAMA NOT: Takım tutsaydım bu Beşiktaş olurdu, evet. Affet beni, baba!

No comments:

Post a Comment