Tuesday, December 08, 2009
En uzağa "tüküren" kraliçe
BirGün/ 03:47 02 Ağustos 2009
Geçen gün bir arkadaşım, “Tuvalette okumak üzerine yazdığın yazıyı beğendim”, dedi. Sevinecek gibi oldum ki, hemen ekledi, “Ama kızsal şeyler yazıyorsun. Ne o tuvalette ağlayan kız çocuğu falan?” “Eee, küçükken kızdım ben,” deyiverdim.
Sonra düşündüm, öyle miydim gerçekten diye. Hayır, değildim aslında. Küçükken erkektim ben. En son istediğim şey kız olmaktı. Kız olmak itilip kakılmak, ciddiye alınmamak ve vaktinin çoğunu başka kızlarla sınıfın arkasında fısıldaşıp gülüşerek geçirmek anlamına geliyordu. Bunda ilgimi çeken bir şey yoktu. Erkeklerinki daha heyecanlı bir dünyaydı. Yukarı mahalleye açılacak savaşın detaylarını konuşabilir, bir sonraki Uzay Yolu oyununda Kaptan Körk olabilir (kızlar sadece Teğmen Uhura ya da Uzay Canavarı olabiliyordu ki, hangisi daha kötüydü bilmiyorum) ve kim daha uzağa tükürecek yarışması yapabilirdin. Aslında bu dünyaya kabul edilme ihtimalim düşüktü ve ‘kim daha uzağa’ yarışmaları tükürmekle sınırlı kalmadığı için çoğu kez beni aşıyordu. Ama yine de denedim. Hem de uzunca bir süre.
Cinsel kimlik üzerine yazılmış en iyi kitaplardan biri olan ‘Karanlığın Sol Eli’ni okurken, çocukluğu aşıp ergenliğin sonuna kadar başıma bela olan bu ‘erkek kız’ dönemimi düşünüp durmuştum. Ursula Le Guin bu romanı, benim gibi kadınlığa geçerken yerleşik cinsiyet rolleriyle karşılaşıp bocalayan kız çocuklarından ilham alarak yazmış olabilir mi diye merak etmiştim. Hatta aramızda bir bağ olması ihtimalinden hoşlandığım için, belki kendisi de bu çocuklardan biri olmuştur diye ummuştum.
Ursula Le Guin’in “yakışıklı ve yetişkin” bir kitap diye tarif ettiği bu romanıyla akran sayılırız. İlk kez 1969’da basılan ‘Karanlığın Sol Eli,’ bu sene 40. yaşını kutluyor. 'Bilim-kurgu'nun en önemli iki ödülü olan Hugo ve Nebula'yı kazanarak kısa zamanda türünün klasikleri arasına giren bu roman, dünyayı andıran ‘Kış’ adlı bir gezegende geçer. Bu gezegende yılın en sıcak zamanlarında bile yarı-kutup iklimi yaşanır ve tüm sakinleri çift cinsiyetlidir. Ayın büyük bir kısmını cinsiyetsiz olarak geçirirler ama her ay bir kaç gün boyunca cinsel aktivitenin yaşandığı ‘kemmer’ adlı dönüşüm dönemine girer ve geçici olarak iki cinsiyetten birine sahip olurlar. Dolayısıyla Gethenliler, yani Kış gezeninin sakinleri, aslında ne erkek ne de kadındırlar. Bu nedenle geleneksel anlamda cinsiyet rollerine de sahip değillerdir.
Le Guin bu romanı tam da bu nedenle yazmıştır aslında. İnsanları cinsiyet rollerinden bağımsız hayal etmek mümkün müdür, bunu denemek istemiştir. ‘Karanlığın Sol Eli’ yalnızca bir düşünce egzersizi değildir. Bu romanda Le Guin, anarşist bir ütopyanın mümkün olup olamayacağını tartıştığı ‘Mülksüzler’de de yaptığı gibi bir deneye girişir: yerleşik cinsiyetlere sahip olmayan bir halkın, kalıplaşmış kadın ve erkek rollerinin dışına çıkıp çıkamayacağını tartışmanın yanı sıra, cinsel kimliğin bir iktidar aracı olarak kullanılmadığı bir dünyanın da olabileceğini hayal edebilmek ister.
Gethenlileri bunun üzerine yaratır.
Asıl ilginç olan, hikayenin, galaksiler arası federasyonun temsilcisi olarak Kış gezegenine gelen ve Gethenlilerin arasına karışarak onlarla senelerce yaşayan bir Dünyalı’nın gözünden anlatılmasıdır. Le Guin’e göre hikaye anlatıcısıyla beraber gelmiştir: “İsminin Genly Ai olduğunu söylemişti bana. Hikâyeyi anlatmaya başladı; ben de yazdım.”
Genly Ai, ‘Kış’ gezegeninin çift-cinsiyetli ve cinsel rollerden arınmış dünyasını bir türlü kavrayamaz. Beraberinde getirdiği ‘cinsiyetçi’ bakış açısı yüzünden, Gethen’de kişiler arasındaki ilişkilerin, aile içindeki paylaşımların, siyasi yapılanmaların ve işleyişin doğasını anlamakta zorlanır. Gethenlileri, erkek olmak için fazla ‘efemine’, kadın olmak içinse çok ‘erkeksi’ bulur. Cinsler arası gerginlik olmadığı için rekabet yoktur. Her şey inanılmaz bir yavaşlıkla işler. Genly Ai, buna da akıl sır erdiremez. Peki ya rekabetin olmadığı yerde ilerleme nasıl olacaktır? Ama en büyük şaşkınlığını, Karhide kralının hamile olduğu haberi kendisine ulaştığında yaşar. O, kralı hep ‘erkek’ olarak düşünmüştür.
Kendisiyle yapılan bir söyleşide, Ursula Le Guin bu romanı yalnızca ‘Kral hamile’ cümlesini kurabilmek için yazdığını söyler şakayla karışık bir şekilde. Benim çocukluğumda hayal ettiğim gibi, Kraliçeyi en uzağa ‘tüküren’ yapmak yerine Kralı hamile bırakması hep hoşuma gitmiştir.
Yalnız bunun için bile sevebilirim onu.
No comments:
Post a Comment