BirGün
1 Nisan 2012
Dünyayı edebiyat üzerinden okuma alışkanlığı olan herkes gibi, ben de
ara sıra hikayeler kurgulama illetine tutulurum. İstemeden olur bu. Ama
illa ki olur. Basit tesadüflerde gizli anlamlar aradığımı, önemsiz
ayrıntılarda işaretler görmeye başladığımı, ya da birbiriyle ilgisi
olmayan bir dizi olaya nedensellik atfetmeye çalıştığımı fark edince
utanır, bu durumu örtbas etmeye gayret ederim.
Fakat bu sefer öyle yapmayacağım. Galiba bu hastalığın bir çaresi
olmadığını anladım. Saklamak nafile. Yapışkan bir meret. Bir kez size
musallat olduysa onunla yaşayacaksınız. Artık her tecrübenizde
edebiyattan bir iz bulacaksınız. Tecrübe ne kadar acıtıcı olursa olsun.
Babamı hastaneye kaldırdığımızda da aynı şey oldu. Hafızamın
derinliklerinde uykuya yatmış bir Buzzati öyküsü, saklandığı yerden
fırlayıp çıktı ve beni ele geçirdi.
“Yedi Kat” adlı bu öykünün kahramanı olan Giuseppe Corte, güneşli bir
Mart sabahı ateşli hastalıklar konusunda uzmanlaşmış bir sağlıkevine
elinde küçük bavuluyla güle oynaya girer. Biraz ateşi vardır. Tedbirli
biri olduğu için evde yatmak yerine hastaneye gitmeyi tercih etmiştir.
Giuseppe’yi açık renkli mobilyalarla döşenmiş, aydınlık, temiz bir odaya
yerleştirirler. Onunla beraber biz de daha ilk günden hastanenin ilginç
bir özelliğini öğreniriz. Hastalar katlara durumlarının ciddiyetine
göre dağıtılmışlardır. Guiseppe’nin de bulunduğu yedinci, yani son kat,
en hafif durumlar içindir. Altıncı kat ağır olmayan ama önemsenmesi
gereken hastalara ayrılmıştır. Beşinci kat ciddi hastalıklar içindir ve
böylece kattan kata gidilmektedir. İkinci katta çok ağır hastalara
bakılırken, birinci kat ise sadece çaresiz hastalıklarla boğuşanların
tutulduğu yerdir.
Hikaye böyle açılır. Tecrübeli okuyucu böyle bir bilginin boşuna
verilmediğini hemen hisseder. Hissettiği gibi de olacaktır. Felaket
geliyorum demez. Ufak bir aksilik yüzünden Guiseppe altıncı kata alınır.
Sonra beşinci katta yer olmadığı için doğrudan dörde postalanır ve
olaylar gelişir. Kahramanımız sonunda kendini umutsuz hastaların konduğu
birinci katta buluverir. Bütün bunlar bir yanlışlık nedeniyle olmuştur.
Ama kimin umrundadır? Pencereden rüzgarda hafif hafif sallanan
ağaçların göründüğü o aydınlık ve ferah oda artık bir düş kadar
uzaktadır. Öykü biterken Guiseppe’yi son kez görürüz. En alt kattaki
odasında, sıkı sıkı örtülmüş perdelerin arkasındaki karanlığa teslim
olmuş yaklaşan sonunu beklemektedir.
İşte bu öykü o karanlıktan çıktı geldi. Nasıl gelmesin?
Bir ay kadar önce güzel bir Mart sabahı, yüksek ateş şikayetiyle
hastaneye götürülen babam, bir süre Acil Servis’te tutulduktan sonra
Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Enfeksiyon Hastalıkları Birimi’ne
yerleştirildi. Acil’den servise çıkarıldığında yanında kız kardeşim
vardı. “Kaçıncı kattasınız?” diye sordum telefonda. Hastaneye gidip
nöbeti devralmak üzere giyinirken kendi kendime tekrar ediyordum:
“Beşinci Kat. Beşinci Kat. Beşinci Kat.”
Unutmamak için değil. Hatırlamak için. Arada büyük fark vardır.
Babam Beşinci Kat’taki İntaniye Koğuşu’nda bir aya yakın yattı.
Doktorlar hastalığı hızla teşhis ettiler. Maalesef menenjit olmuştu.
Nereden çıktığı bilinmeyen bir bakteri önce omuriliğe ardından da beyin
zarına yürümüştü. Durumu gayet ciddiydi.
Beşinci Kat’ın anlamı da buydu zaten. Ciddi hastalıklar. Öyküyü sonunda hatırlamıştım.
Beşinci Kat’ta babamla birlikte bir aya yakın mücadele verdik. Bu süre
içinde kafamda Buzzati’nin öyküsü ile dolaşıp durdum. Kardeşime hiç
söylemedim ama en büyük korkum bizi aşağıdaki servislerden birine
taşımalarıydı. Alt katlarda kim bilir neler vardı? Bakmaya bile
korkuyordum.
Korkularımın yersiz olduğu kısa bir süre sonra ortaya çıktı. Beşinci Kat
iyi bir yerdi. Herkes işini mükemmel yapıyordu. Öyküdekinin tersine,
tek bir aksilik bile olmadı. Sorularımızı dikkatle dinleyen ve sabırla
yanıtlayan sevgili doktorlarımıza, Ebru ve Meryem hemşireler başta olmak
üzere bütün sağlık ekibine ve neşesiyle hepimize moral veren zehir gibi
hastabakıcımız Aydın’a buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim.
Kardeşlerim ve ben Enfeksiyon Birimi’ne minnettarız. Bu mücadeleyi onlar sayesinde kazandık.
Günlerce kendini bilmez bir şekilde yatan babamın ateşi sonunda düştü.
Bir ara gözünü açtığında, bana nerede olduğumuzu sordu. “Beşinci
Kat’tayız,” dedim ona. “Korkacak bir şey yok!”
Bugün, "Birgün" de yazdığınızı gördüm.
ReplyDeletehani sebebi hoş olmasa da hayatın içinden bu tür hikayeleriniz güzel. çok güzel.
ReplyDeleteTeşekkürler. Hastalığı sonunda atlattığımız için bu yorumları okumak daha da bir keyifli geldi bana.
ReplyDeleteEvet, BirGün'de yazıyorum. 2009'dan beri.
ReplyDeleteBu hikaye bir şakayla başlamıştı, hala devam ediyor.
This comment has been removed by the author.
ReplyDeleteAslında şaşırdım tabi, Birgün'ü takip ederim fakat neredeyse sadece haberlere bakar geçerim. Dediğim gibi Erlkönig i yıllar sonra tekrar dinleyip okumak istemiştim. Bir konserde anlatılmıştı. İnanılmaz hoştu hikayesi. Sizin yazınıza rast gelince dedim tamam okuyayım. Tanımıyordum da. Okudukça kelimelerinizin yumuşaklığı, örgünüz için, - ki zaten hikaye muhteşem- tamam dedim takip etmeliyim burayı. Tabi sonra birgün'de rast gelince belirtmek istedim bu durumu. Bu arada geçmiş olsun dileklerimi de iletmek isterim. Şaka ile başlayan hikayeniz için de ayrıca çok hoş olmuş kanımca. Sanırım en yakın zamanda okumalarımın arasına Buzzati de eklenecek
ReplyDeleteBir daha teşekkür ederim.
ReplyDeleteBuzzati çok ilginç ve kuvvetli bir yazardır. Seveceksiniz.
Tanrıyı Gören Köpek adlı öykü kitabının yeni bir basımı var mı, bilmiyorum. Ama bir zamanlar Can Yayınları'ndan çıkmıştı.