7 Nisan 2013
Önümüzdeki
bir iki hafta boyunca bir grup öğrencim ile birlikle Dostoyevski’nin “Budala”sını
okuyacağız. Bu konuda bayağı heyecanlıyım. Onun için, geçen hafta hummalı bir
telaş içinde bir yandan romanı okumaya başladım, bir yandan da konuyla ilgili
makaleleri toparlamaya çalıştım. Kimi zaten evde vardı, sorun olmadı. Ama
bazıları için kütüphaneye gitmek gerekti.
Bunlardan
bir tanesini uzun uzun aradım. Birisi, makalenin bulunduğu kitabı almış ama
aldığı yere koymak ya da iade raflarından birine bırakmak yerine, kafasına göre
bir köşeye sokuşturmuştu. Sonunda bir tesadüf eseri bulup çıkardım onu. Ama çok
zamanımı aldığı için canım sıkıldı.
Söylene
söylene kitabı alıp çıktım. Bir yere oturup romanla ilgili bölümü bulmaya
çalıştım. Aradığım bölümü bulunca, sinirim iyice tepeme çıktı. Çünkü birisi hiç
üşenmemiş satır satır bütün makalenin altını çizmişti. Makul yerleri çizse
neyse. Kimi sayfalarda neredeyse işaretlenmemiş cümle bırakmamış, hatta bazı
yerlerde hızını alamayıp satırların altını iki kere çizmişti.
Ne biçim
insanlarlar var, dedim kendi kendime. Belki fotokopi çektirip sınıfa yollarım
diye düşündüğüm bölüme şöyle bir göz gezdirdim. Tamamen okunmaz hale gelmişti.
Olayın tek iyi tarafı, hezeyanlar içindeki bu okuyucunun kitabı çizerken kurşun
kalem kullanmış olmasıydı. Bir süre, iyi bir silgim olsaydı belki kitabı temizleyebilirdim
diye düşünerek oyalandım. Ama sonra, bu projenin imkansızlığı ortaya çıktı.
Rakibimi küçümsemekle hata ettiğimi anladım. Sayfalar ilerledikçe anlaşıldı ki,
bu kitabı temizlemek için yalnızca iyi silgi değil on saat bıkmadan
çalışabilecek şevkli ve pazulu kişiler gerekiyordu.
Sonra
garip bir şey oldu. Sayfalardan birinin kenarında küçük bir not gördüm.
Dostoyevski karakterlerinden biriyle ilgili bir analizin yanına, yine kurşun
kalemle şöyle yazılmıştı: “Tutarsız biri.”
Bu küçük
nota hayretler içinde bakakaldım. Yazıyı tanımıştım. Benim el yazımdı.
Senelerce önceki ve belki en ham haliyle. Benzetiyor muyum acaba, diye düşündüm
önce. Ama “z”nin göbeğine attığım çizgiyi, “T”lerin birer harften ziyade “+”
işaretine benzer halini tanımamak mümkün değildi. Kitabı yüzüme yaklaştırıp bir
de yakından baktım. Hiç yanılma payı yoktu. Bu bendim.
Kendi
gençliği ile sokakta karşılaşmış birinden pek farkım yoktu. Uzun uzun sayfaları
çevirdim. Demek bu bölümü mahveden bendim! Belki başka izler de bırakmışımdır
diye bütün kitabı gözden geçirdim. Bunun dışında bir şey bulamadım. Anlaşılan,
o zaman da sadece “Budala” ile ilgili bölümü okumuştum.
Yine de bu
kitabı aldığıma, bu bölümü okuduğuma dair bir anı uyanmadı zihnimde. Yazının
acemiliğine bakılırsa, öğrenciliğimin erken yıllarında olmalıydı. Belki de
bölüme başladığım ilk sene. On dokuz yirmi yaşlarındaki “ben”in nasıl biri
olduğunu hatırlamaya çalıştım. Aklıma pek bir şey gelmedi. Kitabın inatla
çizilmiş sayfalarına bakarsanız, bildiğiniz vandaldı. Tutarlı vandal. Metin
bize başka bir şey söylemiyordu.
Bariz bir
küçümsemeyle yazılmış o küçük nota yeniden gözüm takıldı: “Tutarsız biri.” Bunu
yazan kişiyle aramda bir bağ olup olmadığını anlamaya çalıştım. Fakat bütün dünyadan tutarlılık bekleyen bu şahısla kendi aramda
bir ilgi kurmayı başaramadım. Bu kişi her an değiştiğimizi, dönüştüğümüzü ve
bunun yaşamın en temel yasası olduğunu bilmiyor muydu? Asla kendisiyle
örtüşemeyecek bir Dostoyevski karakterinden tutarlılık beklemenin abesle
iştigal etmek olduğunun farkında değil miydi?
Kütüphane
kitaplarını karalayan, sayfaların kenarına ukalaca yorumlar yazan bu kızı
tahammül edilmez bulduğuma karar verdim. Dünyayı anladığını sanması iyice
sinirime dokunuyordu. O yaşta ve o berbat kurşun kalemle mi?
Sonra
düşündüm de, o benimle karşılaşsaydı ne olurdu acaba? Zamanın çizgisel ve
geleceğe dönük akışında mümkün değildi bu belki. Ama ya mümkün olsaydı?
Bütün
hayatımı şöyle bir gözden geçirdim. Yeniden okumak istediğim bölümü ararken
elimdeki kitabın sayfalarını çevirdiğim gibi. Hızlı hızlı. Çokça tereddüt, bir
sürü hata, bir kısmı yarım bırakılan işler, bazı geri dönüşler ve hiç
gidemeyişler. On dokuz yaşında kendinden beklediklerinin bir kısmını
gerçekleştirememiş, diğer kısmını da zaten gülünç bulup çöpe atmış biri. Kim
bilir kaç kez parçalanıp yeniden birleşmiş, her seferinde bambaşka bir insan olarak
yoluna devam etmiş biri.
Öteki
ben’in bunlara aldırmayacağından eminim. Dudak bükerek sırtını döndüğünü görür
gibi oluyorum. Belki de elinde kurşun kalemiyle çoktan yürüdü gitti. Ama köşeyi
dönmeden kısaca durduysa eğer, o da
mutlaka “Tutarsız biri,” demek içindi.
borges'in kum kitabı'ındaki öteki hikayesi geldi aklıma.
ReplyDelete