Tuesday, December 08, 2009

ATEŞİNİZ VAR MI?


ATEŞİNİZ VAR MI?
BirGün/ 15:51 22 Şubat 2009


Sait Faik ‘Dört Zait’ adlı hikâyesinde kendisinden cigara yakmak isteyebileceğimiz insanları tarif eder. Hep bir telaş içinde öyle oradan oraya koşturan adamlardan ateş alınamaz mesela, ya da çenesini havaya dikip azametle yürüyenlerden, pabuçları pırıl pırıl boyalı olanlardan, lokantaların kapısında dolma parmaklarını göbeklerinin üzerinde gezdirerek sohbet eden kerli ferli beylerden. Onlar fazla meşgul, fazla “düzgün,” fazla hatasızdırlar. Onlarla, tabiri caizse, “ateş kardeşliği” kuramayız.
Ateş alabileceğimiz insanlar, ufak tefek kusurları olanlar, bize benzeyenler, onun için gözümüze daha “insan” görünenlerdir. Belki etekleri sökülmüştür, belki ceketlerinin kolları parlamıştır kullanılmaktan, belki paçalarında çamur vardır, belki de sadece aylak aylak dolaşıyorlardır. İlla ki, bir şey vardır.
Artık sigara içmiyorum. Bırakalı neredeyse iki sene oluyor. Eskiden ne zaman birinden ateş almam gerekse hep Sait Faik’i hatırlardım. Acıyla fark ettim ki, sigarayla beraber hayatımdan Sait Faik’in bu öyküsü de çıkıvermiş. Geçenlerde, bir başka sebeple ‘Mahalle Kahvesi’ni karıştırırken, bir de baktım ki, ‘Dört Zait’ orada öyle duruyor.
Sait Faik, samimiyetinden hiç şüpheye düşmeyeceğimiz yazarlardandır. Hep aynı tevazuyla insanlık hallerini anlatır. Yazı dili olabildiğince sadedir ama asla basit değildir. Yalnızlığımızın farkındadır ama bunu hınçla yüzümüze vurmak yerine zaruret yüzünden iade edilmiş bir paket gibi kibarca kucağımıza bırakıverir. Yalnızlığımızda ve efkârımızda bile paylaşılabilir bir şey vardır sanki. Onun elinden çıkmış bir iki satırı okuduğumuzda, elimizi yanımızdakinin omzuna atmak ve bir cigara yakmak isteyişimiz bundandır.
‘Dört Zait’i yeniden okuyunca, yalnızca Sait Faik’i değil, edebiyatı da niçin bu kadar sevdiğimi hatırladım. Edebiyat, bize insana dair incelikleri gösterir, onun kusurlarını anlatır. Kusursuz olan sıkıcıdır, tekdüzedir ve anlatılmaya değmez. Hiç acı çekmemiş bir insanın ruh dünyası nasıl hantal ve kabaysa, ateş almayı istemeyeceğimiz insanların hikâyeleri de muhtemelen aynı derecede tatsızdır.
Tolstoy’un, ‘Anna Karenina’ya bütün mutlu ailelerin birbirine benzediğini ama her mutsuz ailenin benzersiz olduğunu söyleyerek başlaması boşuna değildir. Hatta oyunun tezi düşünüldüğünde ironik bir hal alsa bile, Brecht’in, ‘Sezuan’ın İyi İnsanı’ Shen Te’ye “pabucundaki delikleri görünce daha çok sevdim onu” dedirtmesi de bundandır. Çoğumuzun kalbini kırmak pahasına, Dostoyevski’nin sulugözlü melodramlar yazmak dışında hiçbir becerisi olmadığını iddia eden Nabokov belki de bundan hiç hoşlanmayacaktı ama, aslında ‘Lolita’nın başkişisi Humbert Humbert’i sahici kılan neyse Karamazovları unutulmaz kılan şey de odur: Bütün bu karakterler zaaflarıyla boğuşurlar.
Bu hiç birbirine benzemeyen iki yazarın, karakterlerinin zayıflıklarını okuyucuya aktarmak konusunda tutumları ve bununla ilişkili olarak tutturdukları üslup farklıdır elbette. Ama bu durum şu gerçeği değiştirmez: Bütün iyi yazarlar gibi, onlar da kusurları nedeniyle inandırıcı bulacağımız ve gerçek hayatta karşılaşma şansımız olsaydı ateş almayı hayal edebileceğimiz karakterler yaratmak isterler.
İşte Sait Faik, ‘Dört Zait’te bize hem hayata hem de edebiyata dair bu önemli noktayı hatırlatır. İster yaşamda ister romanda olsun, kişiler incinebilir olmadığı sürece gerçek değildir.
Şöyle bir düşündüm de, sevdiğim bütün karakterlerden hiç çekinmeden ateş alabilirdim: kavgacı ve hırçın Dmitri Karamazov’dan, takıntılı Humbert’ten, son sigarasını bir türlü içemeyen kaygılı Zeno’dan, Haziran’ın 16’sında Ekim ayından beri yıkanmadığını kabul eden Stephen Dedalus’tan, kusurları üzerine kafa yormayı başlıbaşına bir kusur haline getirmiş Selim Işık’tan, okumadığı kitapları okumuş gibi yapan Turgut Özben’den, içinde hep bir sıkıntıyla dolaşan Hayri İrdal’dan, hatta zamanla bana kendini sevdirmeyi başarmış küskün polis Behzat Ç.’den bile.
Bütün bu karakterlerden ateş alabilirdim…
Tabii sigarayı bırakmamış olsaydım…

No comments:

Post a Comment