Sunday, October 31, 2010
Mark Twain'in Son Numarası
BirGün
31 Ekim 2010
Berkeley Üniversitesi şu aralar bir edebiyat olayı nedeniyle heyecanlı günler yaşıyor. Senenin başında üniversitenin Mark Twain Projesi ekibi, yazarın şu ana kadar bekletilen otobiyografisini kütüphaneden çıkarıp yayına hazırlayacağını duyurmuştu. 5000 sayfalık bir metni bir süredir elden geçiren bu ekibin çalışması sayesinde, kitabın ilk bölümü üniversitenin yayınevinden 15 Kasım’da çıkacak.
Öyle görünüyor ki, keskin zekası ve muzipliğiyle ünlü Amerikalı yazar, ölümünden tam yüz yıl sonra edebiyat sahnesinde bir kez daha boy gösterip okuyucularıyla selamlaşacak. Hayranları ellerini kavuşturmuş heyecanla bekliyorlar. Konuyla ilgili kimileri de ellerini oğuşturuyor tabii. Bu kitap iyi satacak gibi görünüyor. Haberlere göre, daha şimdiden internetin en büyük kitap satış sitesi olan Amazon’un listesinde birinci sıraya oturmuş. Yazarın uzmanları bunun senenin edebiyat olayı olduğunu söylüyorlar.
Mark Twain’in son numarasının biraz gecikmeli de olsa mükemmel işlediğini kabul etmek zorundayız.
Gecikmeye gelince, bu da numaranın bir parçası aslında: Yazar ömrünün son altı senesinde stenograflara dikte ettirerek yazdığı yaşam öyküsünün ölümünden bir asır sonra yayınlanmasını istemiş. Varisleri elyazmalarını Berkeley’e bağışlayınca, üniversite de 1910 senesinde ölen yazarın vasiyetini yerine getirmiş. Rivayet şu ki, Mark Twain ne kadar sivridilli ve lafı gediğine oturtan biri olsa da, söylediklerinin başkalarını incittiğini görmeye dayanamayacak kadar yufka yürekliymiş. Biyografisinin ölümünün üzerinden seneler geçtikten sonra yayınlanmasını istemesi de bundanmış.
Kitabı yayına hazırlayanlar, otobiyografinin önümüzdeki ay basılacak ilk cildinin özellikle yazarın Hristiyanlığa dair düşüncelerini yansıttığını söylüyorlar. Bu da metnin bu kadar gecikmeli bir şekilde basılmasını açıklayan nedenlerden biri olabilir. Mark Twain’in din konusundaki tutumunun gayet muhalefetli olduğu bir sır sayılmaz. Bu meseleye dair fikirlerinin öyle kolay yenilir yutulur şeyler olmadığını, göreceği tepkilerden çekindiği için yine ölümünden sonra basılan ‘Yeryüzünden Mektuplar’ adlı kitabından biliyoruz.*
“İncil’de canımı sıkan şey anlamadığım kısımlar değil, anladığım kısımlar,” diyen Mark Twain’in tam olarak neyi kastettiğini, ‘Yeryüzünden Mektuplar’ı okuduğumuz zaman daha iyi anlarız. Twain, Hristiyanlığın öğretilerine pek ikna olmuş gibi görünmez. Kitaba adını veren hikaye, işlediği kabahat sonucunda cennetten kovulup dünyaya atılan insanoğlunun macerasını izleyen Şeytan’ın başmelekler Gabriel ve Michael’e bu konudaki gözlemlerini aktardığı onbir mektuptan oluşur. Bu mektupların her birinde, Tanrı ile insanın ilişkisine mizah yüklü bir perspektiften bakar Mark Twain. Yalnızca insan değildir hedefi. Evet, insanoğlu açgözlü fırsatçı ve nankördür belki, ama Tanrı da pek mükemmel sayılmaz. Kendisi kullarını zalimce cezalandırırken, onlara biri tokat atarsa öbür yanaklarını dönmelerini söylemektedir. Benim kitabımda buna çifte standart derler, diye anlatır Şeytan.
‘Yeryüzünden Mektuplar’ın en güzel öykülerinden biri de, cennetten kovuluş hikayesinin Adem, Havva ve Şeytan tarafından tutulan günlüklerde ayrı ayrı anlatıldığı bölümdür. Bu üçünün arasında en eğlencelisi, etrafında olup bitene anlam vermekte zorlanan safça bir karakter olarak çizilen Adem’dir. Havva için şöyle yazar: “SALI — Şimdi de bir yılanla görüşmeye başladı. Diğer hayvanlar derin bir nefes aldılar. Artık onlarla bir takım deneyler yapıp canlarını sıkmıyor. Ben de memnunum doğrusu. Çünkü bu yılan konuşuyor. Böylece biraz dinlenebiliyorum.”
Yakında basılacak olan yaşam öyküsünün de ‘Yeryüzünden Mektuplar’dan pek bir farkı olduğunu sanmıyorum. Mark Twain eminim bu kitapta da, fırsatını bulduğu her yerde bağnazlıkla, mantıksızlıkla ve kendini gereğinden fazla ciddiye alan her ideolojiyle hiç acımadan dalga geçecektir.
Kendisinden bir çocukluk anısını anlatmasını isteyen gazeteciye şunları söyleyen birinden söz ediyoruz: “Ne anlatayım ki kendim hakkında? Var olduğumdan bile emin değilim. Benim bir ikiz kardeşim vardı. O kadar birbirimize benzerdik ki, boynumuza taktıkları birer kurdela ile birimizi diğerimizden güç bela ayırabilirlerdi. Bir sabah yıkanırken kurdelalarımızı çıkardık. Birimiz boğuldu. Hangimizin boğulduğu hiç bir zaman anlaşılamadı.”
Bu adamın yaşam öyküsü okunmaz mı?
* Meraklısı için: Bu kitabın bir kısmı Akşit Göktürk’ün güzel Türkçesiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan “Adem’le Havva’nın Güncesi ve Seçme Öyküler” adı altında yayınlanmıştır.
No comments:
Post a Comment