BirGün
12 Aralık 2010
Engin Abi,
Bizim gösteriden sonra, arkadaşlarla oturduk, ‘Orantısız Saçmalık’ adlı yazını okuduk. Aramızda fikir ayrılıkları meydana geldi. Olayı netleştirmek için sana yazıyoruz, abi.
Tam olarak neden rahatsız oldun anlayamadık. Solculuğumuzdan mı, gençliğimizden mi, yoksa hamile kalmış olmamızdan mı?
Biz sana layık bir gençlik olmak istiyoruz, abi. İstersen solculuktan da, hamile kalmaktan da vazgeçebiliriz. Gençlikten vazgeçmek biraz daha zor olur ama, onu da zamanla hallederiz herhalde.
Bu öğrenciler neyin peşindeler, diye soruyosun. Valla, işte bildiğin şeyler: YÖK kapatılsın, üniversiteler özerkliğine kavuşsun, harçlar kaldırılsın. Bunun gibi şeyler işte. Eğitimle ilgili işler abi. Bizimle doğrudan ilgili meseleler anlayacağın. Onun için biz de düşündük ki, bunları, hani, yüksek eğitimle ilgili bir toplantıda dile getirelim. Rektörler toplantısını düşünmemiz ondandı.
Bizimle açık konuş abi! Erkekçe mertçe söyle. Yani sana uymuyorsa, biz de gidip daha sakin bir yerde kendi kendimize bağırabiliriz. Kuytuda böyle işler daha iyi olur hem. Kimseyi rahatsız etmemiş oluruz. Şöyle terkedilmiş bir arsa falan kaldıysa gösterin, oraya gideriz. Alçak sesle slogan atarız ki, etrafta ev mev varsa, çocuklar uyanmasın.
Çocuklar uyanmasın dedim de, aklıma geldi: son gösteride bizim arkadaşlardan biri bebeğini düşürdü, biliyosun. Polis tekmeledi karnını. İşte bu arkadaşımız hamile kalmıştı utanmadan. Evli bile değil üstelik. Bir de sen kalk gösteriye git! Bunların hepsini yazmışsın gerçi. Kaçar mı? Senelerin gazetecisi tabii. “Hanım hanım, ne işin vardı o halinle orada” diye sormuşsun. (Bizim arkadaş bunu biraz yadırgadı yalnız. Ona sadece pazarcılar ‘hanım’ diye sesleniyormuş öyle dedi.)
“On dokuz yaşında, üniversite öğrencisi ve hamile...” yazıp bırakmışın, abi. En çok bu kısmını tartıştık. Böyle yarım yarım cümleler yazmasan? Tam olarak ne demek istediğini anlayamadık çünkü. Bunun üzerine bazılarımız buna alternatif üçlemeler önerdi: “Beyaz, erkek ve kadın düşmanı” ya da ‘Ellisinde, köşe yazarı ve ahlak zabıtası” ve benim şahsi favorim: “Yaşlı, küskün ve şovenist.”
"Senin birinci sorumluluğun bebeğine karşı mıdır yoksa Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı mı? diye sorsak tepki görürüz.” Diyosun. Neden elini korkak alıştırıyosun, abicim? Senin yerinde olsam, bu sarmısaklasak da mı saklasak teraneleri yerine, tırsakiliği bir tarafa bırakır doğrudan yazardım. Bu lafa dayanarak bir kaşık suda fırtına koparmaya çalışanlar, “satmayan gazetelerin okunmayan yazarlarının ‘cirmi kadar yer yakan’ yazıları” olduktan sonra kimin umrunda, di mi?
Bu soruyu bizim arkadaşa sorduk. ‘Benim en büyük sorumluluğum Engin Ardıç abime karşıdır’ diye cevap verdi. ‘Hanım’ lafına da yavaş yavaş ısınıyormuş. Bu olay ona bir ders oldu belli ki. Bundan sonra hanım hanımcık olacak, evinde oturup oya işleyecek. Bi ihtiyacın olursa, hiç çekinme söyle abi! Ne bileyim, yağdanlık tutacağı olur, cop kılıfı olur, akan salyaları silmek üzere mendil olur, ne istersen artık.
Aslına bakarsan, biz hepimiz sayende hizaya girdik. Yazında idam cezası falan demişsin. Biraz tırstık haliyle. Bir daha hiç “taşkınlık” yapmayacağız. Bundan sonra kıyıdan kıyıdan okula gidip geleceğiz. Yumurtaları da atacağız. Tavaya yani. O da sadece kahvaltıda. Valla bak!
Yalnız bir sorun var, “Bak yavrum, sana bir anımı anlatayım da lafı tatlıya bağlayalım: Yıl 1991... Özal'la birlikte Avustralya'dayız...” diye başlayarak bize kendi bayat hayatından ucuz bir provokasyon hikayesi anlatmışsın. Her şey iyiydi de, bunu yapmayacaktın be abi!
Nerede bizim günyüzü görmeden ölen bebeğimiz, nerede senin kirli dünyanın boktan ayakoyunları? Nerede bizim dayak yiyen arkadaşlarımız, nerede senin Özal’ın Avustralyan? Nerede bizim inançlarımız, nerede senin medya hikayelerin? Nerede… Neyse…
Uzun lafın kısası, arkadaşlarla konuştuk, biz seninle lafı tatlıya bağlayamayacağız, abicim.
Haber vereyim dedim.
“Yavrun”
Not: Buraya koymayı unuttuğum bir iki yazıdan ilki bu. Seçici hafızam bunu hatırlamak istememiş herhalde.
super bir yazi olmus ellerine saglik.
ReplyDelete