2 Aralık 2012
-->
Berbere gitmeyi
sevmiyorum. Çok sıkılıyorum orada. Beşiktaş’ta senelerdir gittiğim kuaför bir
gün orta yaş krizine girip dükkanı devrettiğinden beri işler iyice sarpa sardı.
Duyduğuma göre Oto Sanayi’de yedek parçacı açmış. Tek sıkılan ben değilmişim
anlaşılan.
Eski kuaför
sessiz sakin, düzgün bir adamdı. Altı ayda bir uğruyor olmamı anlayışla
karşılardı. Yenisi ise benden hiç hoşlanmadı. Fön yok, boya yok, muhabbet yok.
“Biraz kısaltabilir miyiz?” deyince suratıma hayretle baktı. Sanki, “70C bu
duraktan mı geçiyor?” demişim. O kadar alakasız buldu beni. Sonra da makası
bezgin bezgin kulağımda şaklatıp durdu.
İşte tam böyle
bir anda, içeriye kuaför adabını hayranlıkla izlediğim bir kadın girdi.
Tecrübesi, özgüveni, mekan kullanımı tek kelimeyle harika. Bir yıldız havasıyla
yürüdü, ceketini birilerine uzattı. Manikürcü kızla öpüşür gibi yaptılar.
Ardından kahvesini söyledi: “İçine şekerli kaşık bile girmesin. Açık ve net!”
Kuaförle uzun uzun selamlaştılar. En nihayet yanımdaki koltuğa oturup saçlarını
açtı ve alev rengi bukleleriyle sinirli sinirli oynamaya başladı.
Sonra birdenbire,
“Bu sefer bitti,” dedi, “Açık ve net!” Hiçbir girizgah yapmaya gerek
duymamıştı. Belli ki konuşmaya en son bıraktıkları yerden devam ediyorlardı. Bu
kadın her gün geliyor olabilir miydi? Bakımlı tırnaklarına, incecik kaşlarına
ve uzun kızıl saçlarına göz ucuyla baktım. Olabilirdi. Bir gözüm onda, diğeri
de lafa dalıp beni kel bırakacağından korktuğum berberin makasında,
anlatılanlara kulak verdim.
Hikaye klasikti.
Adam aldırışsızdı, kadınla oynuyordu. Söz veriyor aramıyordu. Bizimki ise ona
yemekler yapıyor bekliyordu. Ama işte olmuyordu falan filan. Fakat bu sefer
artık hiç şüphe payı kalmamıştı. Her şey bitmişti. Bir daha onu aramayacaktı.
Açıktı ve netti. Birileri saçlarını yıkamak üzere onu içeri götürene kadar bunu
birkaç kez daha tekrar etti.
Bunun üzerine bu
lafı ne kadar sık duyduğumu düşündüm. En son alarm satmak isteyen biri
telefonda beni ikna etmeyi başaramayınca, bu alarmı alırsam evime asla hırsız
girmeyeceğinin garantisini vermişti: “Açık ve net.”
Çok kuvvetli bir
ifade bu. Bana hep Descartes’ı hatırlatıyor.
Aydınlanma
Çağı’nın büyük düşünürü Descartes, doğuştan gelen ve doğruluğu şüphe
götürmeyecek açık ve belirgin fikirlerin gerçek bilginin kaynağı olduğuna
inanır. Yöntem Üzerine Konuşma’da,
“Düşünüyorum, o halde varım” ifadesinin böyle “açık ve net” bir doğruya işaret
ettiğini söyler: “…şüphecilerin en acayip varsayımlarının bile gücü yetmeyecek
derecede sağlam ve emin olduğunu görerek bu doğruyu, aradığım felsefenin ilk
ilkesi olarak kabul etmeye tereddütsüz karar verdim.”
Ancak bu
coğrafyada tezahür ettiği durumlara bakılırsa, “açık ve net” ifadesi gündelik
hayatımıza Aydınlanma cenahından değil, tam karşı köşeden girmiştir.
Descartes’ın bir yöntem olarak benimsediği şüpheciliğin aksine, AKP iktidarının
hiç bir şüpheye meydan vermeyen kararlılığının ifadesi haline gelen bu laf,
Erdoğan’ın söyleminin mihenk taşlarından biridir. Fakat Başbakan’la beraber
gündemimize girmişse de, bu ifade onunla sınırlı kalmamış, diğer partililerin
diline de yerleşerek hızla yayılmış ve kısa sürede bir “siyasi mantra” haline
gelmiştir.
Zamanla hakim
söylem olarak muhalefeti de ele geçiren bu söz, bugün siyasetçilerin söylemine
o derece sinmiştir ki, artık seçmenine seslenirken “açık ve net” konuştuğunun
altını çizmeyen politikacı yok gibidir. Onun için gazeteleri açtığınızda, her
gün en az birkaç kez sizi kendi fikirlerinin gerçekliğine sorgusuz sualsiz boyun
eğmeye çağıran şahıslarla karşılaşırsınız.
Daha da fenası,
bu tutum bir salgın hastalık gibi neredeyse bütün ülkeyi ele geçirmiştir. Artık
ülkenin aydınlarından basın mensuplarına, patrondan zam istemeye hazırlanan
memurundan tutun da para üstünü denkleştiremeyen taksi şoförüne kadar herkes
aynı ifadeyi kullanmaktadır.
An itibarıyla,
memlekette herkes gayet “açık ve net”tir. Kimse savunduklarının aksinin doğru
olabileceğini düşünmemektedir.
Tarihinin en
bulanık ve karmaşık dönemlerinden birini yaşayan ülkemizde, vatandaşlar sabah
akşam sokakta, evde, sosyal medyada böyle bir “tartışmasız kesinlik” diliyle
konuşmaktadır. Belli ki hiç kimsenin kafası karışık değildir. Kimsenin sorusu,
tereddüdü, şüphesi yoktur.
Oysa sorusu
olmayanın cevapları da olamaz. Olsa olsa ön kabulleri, şaşmaz doğruları,
ilerlemeye açık olmayan tekrenkli bir dünyası olur.
Bana sorarsanız,
memleketin resmi budur. Açık ve net!
No comments:
Post a Comment