Thursday, January 31, 2013

DAVA

BirGün
27 Ocak 2013


Dava sonuçlandı. Mahkeme Pınar Selek’e ağırlaştırılmış müebbet cezası verdi.

Gidip bir pencere açtım. Akşam trafiğinde egzoz dumanı ile karışık ıslak havayı içime çekmeye çalıştım. Ciğerlerime yapıştı kaldı.

1998’de Mısır çarşısında gerçekleşen patlama sonrası gözaltına alındı Pınar Selek. Aleyhinde hiçbir delil olmamasına rağmen, o patlamadan sorumlu tutuluyordu. Patlamanın bir bomba neticesinde ortaya çıktığı bile şüpheliydi. Ama sonuç değişmedi. Pınar Selek, üzerine atılan suçla hiçbir ilişkisi bulunmamasına rağmen cezaevinde yattı, işkence gördü ve suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda bırakıldı. O günden bu yana hayatını ipotek altına almaya çalışanlara rağmen umut ve inançla yaşamaya devam etti.

Peki neden Pınar Selek? Buna defalarca cevap verildi. Ama bir kez daha yazalım. Çünkü Pınar Selek adil ve özgür bir dünyanın hayalini kurma küstahlığını gösterdi. Hatta bunun hayalini kurmakla kalmadı, gerçekleşebileceği durumları mümkün kılmak istedi. Sokak çocukları ya da travestiler gibi toplumun dışlanan kesimleriyle ilgilendi; Kürt sorunu ile ilgili araştırmalar yürüttü. Bütün bunlar kabul edilemez şeylerdi. Sosyolog ise sosyologluğunu bilmeliydi. Sınırları aşana haddini bildirmek gerekirdi.

Pınar Selek bunun için seçildi. Devletin emsaller üzerinden hepimizi terbiye ettiği, ibretlik durumlar yaratıp bize ayar verdiği bir ülkede, belki de bütün bunlara şaşırmamamız beklenirdi. Ama yine de şaşırdık. Bir ülkenin bütün kurumlarıyla, suçsuz olduğunu kendisinin de gayet iyi bildiği bir insanın peşine düşmesine ve onu yeniden ve yeniden mahkeme önüne çıkartmasına hep birlikte hayret ettik.

İşte artık bir hukuk parodisi haline gelen bu dava bu hafta Çağlayan Adliyesi’nde nihayete erdi. Neredeyse on beş senedir yargılanan, aynı davadan üç kere beraat eden ve hakkında suç unsuru teşkil eden hiçbir delil bulunmamasına rağmen ömrünün neredeyse yarısını mahkeme kapılarında bekleyerek geçiren Pınar Selek, hepimizin şaşkın bakışları arasında ömür boyu hapis cezasına mahkum oldu.

Dün televizyonda Cüneyt Özdemir’in onunla yaptığı kısa bir röportajı dinledim. Sesinde her şeye rağmen umut vardı. Davanın sonucu açıklandıktan sonra babası ile yaptığı telefon konuşmasından söz etti. Alp Selek, “Bu bir maraton. Daha bitmedi. Koşmaya devam edeceğiz,” diye cesaret vermiş kızına. O da “Peki baba,” demiş.

O “Peki baba” bana o kadar ağır geldi ki, evde ne kadar kapı pencere varsa sonuna kadar açmak istedim.

İçimiz daralıyor. Nefes alamıyoruz artık.

Çünkü memleket yavaş yavaş bir büyük bir mahkeme haline geliyor. İçinden çıkamadığımız, kapısını bulamadığımız, kararlarını ve işleyişini kavrayamadığımız bir mahkeme. Üzerinde altın harflerle “Adalet Sarayı” yazan büyük çirkin bir bina.

Bu hafta ÇHD’li avukatların tutuklanması ile başladı, Pınar Selek davası kararıyla sona erdi. Diğer her şey bildiğiniz gibi: Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi’nin ifadesine göre, şu anda 875 tutuklu öğrenci var. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre ise, cezaevlerinde bulunan lise ve üniversite öğrencisinin toplam sayısı ise 2 bin 824. Gazeteciler, öğrenciler ve avukatlar, sendikacılar da dahil olmak üzere fikirlerinden dolayı tutuklananların sayısı her gün artıyor.  

Türkiye artık budur.

Şunu kabul edelim: Her sabah kalabalık bir mahkeme salonunun havasızlığına uyanıyoruz. Bir gıdım temiz hava alabilmek için ha bire uğraşıyoruz. Ama pencereler bir türlü açılmıyor. Arkadan cılız bir ses, “Alışırsınız,” diyor bize. Bazıları çoktan alışmış belli ki. “Mahkemeye ikinci ya da üçüncü gelişinizde buradaki bunaltıcı atmosferi artık hiç hissetmeyeceksiniz,” diyor bir başkası. Ama biz bir türlü alışamıyoruz. Pencereleri zorlayıp duruyoruz.

Lombozlar, giyotin pencereler, ispanyoletler hepsi sıkı sıkı kapanmış. Tahtalar şişip sıkışmış. Bir türlü nefes alamıyoruz. Halbuki biz bütün umudumuzu bir hava deliği açmaya bağlamışız. En berbat havayı bile solumaya razıyız. Yeter ki mahkemenin havası olmasın. Ama belki de bu pencereler sadece laf olsun diye yerleştirilmişler oraya. Belki yargıçlarla kanunlar da adet yerini bulsun diye konmuş. Her şey yalnızca bir gösteri belki.

Hepimizin aklında Kafka’nın Dava’sı var. Başka türlüsü mümkün mü?

‘ “Pencere açılamaz mı?” diye sordu K. “Hayır,” dedi ressam. “Bu sadece basit bir cam, açılabilmesi olanaksız. O sırada K. bütün o zaman boyunca ressamın ya da kendisinin ansızın pencereye gidip açabileceklerine umut bağlamış olduğunun ayırdına vardı. Sisli havayı bile solumaya hazırdı.’

Biz de en kötü havaları bile solumaya razıyız. Yeter ki bu mahkeme salonundan çıkalım. 

Onun için var gücümüzle yükleniyoruz pencerelere. Bir tanesini açabilsek, sanki her şey değişecek. Sanki güneş dolacak ciğerlerimize. Onun için her gün bir daha deniyoruz. Bir daha. Bir daha.

“Peki baba,” demiş Pınar Selek. Onu sarılıp öperim. Umudunu kesmemiş demek ki.

Biz de kesmedik. Davası davamızdır.



1 comment: