BirGün Pazar
17 Mart 2013
Kitaplığımın en
değerli bölümünde bir ansiklopedi duruyor. Aslında serinin tek bir cildi:
Gökkuşağı Ansiklopedisi’nin Mitoloji ve Efsaneler adlı bölümü.
Bu kitapla aramda
çocukluktan kalma bir bağ var. Okumayı yazmayı onun sayesinde öğrenmiştim.
Babam bu ansiklopediyi alıp getirdiğinde, bir süre mitoloji cildini karıştırıp
durdum. İçindeki çizimler çok güzeldi çünkü. Sonunda hikâyeleri o kadar merak
ettim ki, ıkına sıkına okumayı söktüm. Ardından evdeki bütün ansiklopedileri
birer birer okudum.
Fakat evde
geceleri sıkıyönetim olduğu için, saat sekiz dedi mi annem gelip odamın ışığını
kapatıyordu. Ben de herkes uyuyana kadar bekliyor, sonra kalkıp sessizce salona
gidiyor ve okuma lambasını açıp kaldığım yerden devam ediyordum. Birkaç saat
sonra yine usulca yatağıma dönüyordum. Zor bir hayattı ama uzunca süre böyle
idare ettim. Ne var ki, bir keresinde sabaha karşı uyuyakalınca, annem beni
yakaladı. Salondaki gece hayatım da böylece sona ermiş oldu.
Mitoloji
ansiklopedisi ile böyle bir ilişkimiz var yani. Onun için atamıyorum da
satamıyorum da. Öyle tek başına bir köşede duruyor. Geçenlerde bizde yatıya
kalan yeğenime oradan bir iki hikâye okumaya kalkmasaydım, kapağını yeniden
açacağım da yoktu aslında.
Şimdi ansiklopedi
bir kez daha kıymetli oldu. Defne bize geldiğinde, onu kapıp odaya kapanıyor.
Tıpkı benim çocukluğumda yaptığım gibi. Onun kitabın üzerine eğilmiş meraklı
yüzünü seyredenken, hiçbir şeyin değişmediği hissine kapılıyorum.
Halbuki zaman
geçiyor. Hem de hızlı bir şekilde. Tıpkı benim o kitapta okuyup sevdiğim
efsanelerden birinde olduğu gibi.
Efsaneye göre,
şafak tanrıçası Eos çok güzel bir kadındır. En hoş tarafı da pespembe
parmaklarıdır. Eos bu parmaklarla, gecenin perdesini aralar, günışığının bize
ulaşmasını sağlar.
Troya prensi genç
Tithonus’un Eos’a aşık olmasının nedeni de güzel elleri olabilir belki. Sonuçta
bu ikisi birbirlerini severler. Hatta Habeşistan’a kadar kaçar ve orada yaşamaya
başlarlar. Birlikte çok mutludurlar. Fakat sevgilisinin ölümlü oluşu Eos’u
korkutmaktadır. Onun da kendisi gibi sonsuza kadar yaşamasını ister. Bunun için
Zeus’a gider. Tanrılar tanrısından sevgilisini ölümsüz kılmasını ister. Zeus da
şafak tanrıçasının bu dileğini yerine getirir.
Ancak bir sorun
vardır. Eos sevgilisi için sonsuz hayat talep etmiş, ama sürekli gençlik
istemeyi unutmuştur. Onun için, Tithonus günden güne yaşlanır. Zamanla yerinden
kıpırdayamayan, ne dediği anlaşılmayan bir ihtiyar haline gelir. Ne kadar ölmek
istese de bir türlü ölemez, çünkü ona sonsuz hayat bağışlanmıştır. Sonunda
Tithonus’u daha fazla görmeye dayanamayın Eos, onu bir çekirgeye çevirerek
bronz kapılı bir odaya kapatır.
O bronz kapılı
oda herhalde cehennemin ta kendisidir. İnsanların sonsuza kadar kapatıldıkları
ve ölümün saadeti ile kutsanmadıkları yer.
Çocuk aklımla bu
kadarını düşünemedim elbette. Ama bu hikâye, o zamana kadar boğazıma çöken ölüm
korkusuna pek iyi geldi. O yaşlardayken, geceleri uykumu kaçıran sadece okuma
aşkı değildi çünkü. Ailedeki bir ölümün ardından oldukça sarsılmıştım. Galiba
sonlu varlıklar olduğumuzu da kavrar gibi olmuştum. Ben de ölecek miyim, diye
sordum anneme. O da, evet ama daha değil, dedi. Mecbur muyum, diye
üstelediğimde de, bunun tutmamız gereken bir söz gibi olduğunu söyledi.
Bunun üzerine,
geceleri yatağımda oturup beklemeye başlamıştım. Öleceğim günün ne zaman geleceğine dair pek bir fikrim
yoktu. Annem daha çok zamanım olduğunu söylemişti ama ben işimi sağlama almak
istiyordum. Oyuncaklarımla vedalaşmış, kaydırak taşımı anneannemin bahçesine
gömmüş (onu kimseye vermeye kıyamamıştım) ve kendimi kaderin eline bırakmıştım.
İşte mitoloji ansiklopedisi tam da böyle bir anda imdadıma yetişmişti.
Annem,
uykularımın yeniden düzene girmesini, beni salonda yakalayıp yatağa yolladığı
geceden beri olayları kontrol altına almasına bağlıyordu. Neticede, sadece
gündüz saatlerinde okumama izin vardı artık. Geceleri hayalet gibi ortalıkta
dolaşmıyordum. Oysa onun bilmediği şey şuydu: Mitoloji ansiklopedisi varoluşsal
meselelere ilaç gibi geliyordu.
Tithonus’un
hikâyesi, esas korkunç olanın ölüm değil, ölememek olduğunu göstermişti bana.
İnsanlar yaşlanır ve ölürdü. Çünkü anlaşma böyleydi. Asıl tahammül edilmez olan
sonsuza kadar yaşamak fikriydi. Uzayan bir hayatın ne tür felaketler
getireceğini kimse bilemezdi çünkü.
İnsanın
sonsuzluğu kaldırabilecek bir varlık olmadığını anlamıştım. Tanrılar için
hediye olan ölümsüzlük insanlar için ancak bir lanet olabilirdi.
Bu olaydan
seneler sonra, vefat sözcüğünün vefa ile aynı kökten geldiğini öğrendiğimde
bütün taşlar yerine oturmuş oldu. Annem haklıydı. Sözümüzü tutmamız
gerekiyordu. Vefa borcumuzu ödemek için ölüyorduk.
Hayatta olmanın
bedeli buydu.
mitoloji ile bağımı bende ilk okuldayken halamın lise tarih kitabıyla kurmuştum. 70'li yıllarda varmış yunan tarihi ile ilgili konular herhalde.. o günlere dönmüş gibi hissettim. teşekkürler...
ReplyDeleteBen de Halikarnas Balıkçısı'nın "Anadolu Efsaneleri" isimli kitabını okuyup bir ucundan takılmıştım mitolojiye :)
ReplyDelete