BirGün Pazar
26 Ekim 2013
2001’de basılan The War Against Cliché (Klişe ile
Mücadele) adlı inceleme ve denemelerden oluşan kitabında, İngiliz yazar Martin
Amis, edebiyatın en önemli görevinin sıradanlıkla savaşmak olduğunu söyler.
Kitaba adını
veren deneme, James Joyce’un romanı Ulysses’e yazılmış bir övgü kasidesi
sayılır. Amis, Joyce’un romanının “klişeye karşı yürütülmüş bir kampanya”
sayılabileceğini iddia ettikten sonra şunları söyler:
“En ideal haliyle,
yazma eyleminin tümü klişeye karşı bir kampanya sayılır. Sadece kalemden çıkan
klişe değil, zihinden ve kalpten çıkan klişe de söz konusudur burada. Bir şeyi
eleştirirken, genellikle kullandığı klişelere değinirim. Bir şeyi överken de
aksini yaparım: Yani metin tazeliğinden, enerjisinden ve sesinin geride
bıraktığı titreşimlerden söz ederim.”
Ne yazık ki
klişeler edebiyatın her yanına yayılmış durumdadır. Hatta bu sıradanlaşmış ve kalıplaşmış
ifadeler, kitapların içleri kadar dışlarını da tehdit eder.
Kitap
tanıtımlarında ve arka kapak yazılarında kullanılan dil bunun en güzel
örneğidir.
Geçenlerde, bir
kitapçının “Yeni Çıkanlar” rafındaki kitapları karıştırırken, arka kapak
yazılarının ne kadar eğlenceli olduğunu fark ettim. Bir süre sonra o kadar
hoşuma gitti ki, başka raflara da uzanıp elime geçen bütün kitapların arkasını
çevirdim ve tanıtım yazılarını bir bir okumaya başladım.
Birinin arkasında
şöyle yazıyordu: “Tarihin acılarından kaçarken aşka tutunan bir kentin
çarpıcı öyküsü...” Bu herhalde kabaca şöyle bir şey demekti: Bolca siyasi
entrika, birtakım kılıçlı ve miğferli adamlar, karanlık dehlizlerde kovalamaca
sahneleri ve uçuşan ipek elbiseleri ile erotik dokunuşlar yaratan soylu
kadınlar.
Bir başkası ise, “Ölmeden Önce Okumanız Gereken Binbir Kitaptan Biri!” olduğunu iddia ediyordu. Hem de kalın siyah harflerle. Kitabı elimde şöyle bir evirip çevirdim. Bu haliyle ilk binin içine girmesi imkansız, diye düşündüm. Sıralamaya bin birinci kitap olarak girmiş olsa gerekti.
Elime aldığım bir diğer kitabın arkasında aynen şu yazıyordu: “Philip Roth, Milan Kundera ve James Joyce Esintileri Taşıyan Bir Roman.” Dur ne yapıyorsun, diye sormak geldi içimden. Hem Roth hem Kundera? Bunların üzerine bir de Joyce, ha? Bu üç yazar hangi evrende bir araya gelebilir ki? Hadi onlar geldi diyelim, eğer romancı bütün bunları kitabına koyduysa, kendini nereye sığdırmış olabilir? Bu arka kapak yazısını yazan kişiyi merak ettim doğrusu. Kitabı aynı derecede merak ettiğimi söyleyemeyeceğim.
“Son On Yılın En İyi Çıkış Romanlarından Biri!” diye bağıran kapak yazısı, kafası karışık genç biri tarafından yazılmış kafası karışık genç insanlar hakkında bir roman okuyacağımız duygusunu uyandırırken, “Özgün bir roman!” ifadesi de muhtemelen doğru dürüst bir olay örgüsü olmayan garip bir hikaye ile karşılaşacağımızı ima ediyordu.
Bir diğeri “sıcacık ve yürek burkan bir hikaye” anlattığını
söylüyor, bunun “ruhumuza işleyeceğini” iddia ediyordu. Bunu görünce, kitabın
küçük bir İrlanda kasabasında geçtiğini, kişilerinin yoksul insanlar olduğunu
ve en az birinin öykü esnasında aramızdan ayrılacağını düşündüm. Çünkü daha
fazla kişi ölecek olsa, arka kapak yazısını hazırlayan kişi böyle demez,
“Sarsıcı bir roman!” “Derinden etkileneceksiniz!” “Unutulmaz bir final!” falan
gibi bir şeyler söylerdi herhalde.
“Elinizden bırakamayacaksınız,” “Sırlarla dolu karanlık
bir anlatı” ya da “Doludizgin bir macera!” gibi ifadelerle süslü kitapları
hızlıca geçtim. Çok satanlar kendilerini hemen belli ediyordu. Ama yazarın samimiyetinden
dem vuran bir kapak yazısı görünce, elimde olmadan duraksadım. Aklıma
Nabokov’un o şeytani lafı geldi: Eğer bir eleştirmen bir yazarı “samimi” diye
tarif ediyorsa, ya eleştirmen safdillik ediyordur ya da yazar.
“Etnik tınılarla süslü bir öykü” diye kitabını tanıtan editöre
yüksek sesle bir “Pes!” çektim. Kitabın satış grafiğini yükselteyim derken, onu
sonsuza dek lanetlemişti. İyi bir hikaye olsa bile, bu tanıtımdan sonra
evrensellik iddiası taşıyamayacak ve büyük ihtimalle “dünya edebiyatı” başlığı
altında arka raflarda çürümeye terk edilecekti. “Otantik” ya da “etnik” diye
tarif edilen bir kitabın ancak yemek kitabı olarak bir geleceği olabilirdi
çünkü.
Yine de arka kapak yazıların insana hiç fikir vermediğini
söylemek haksızlık olur. Yukarıda lafını ettiğimiz yazıların her biri bize
kitaba dair bir şeyler söyler. Hatta bazıları hızını alamayıp kitabın konusunu
olduğu gibi anlatmakla kalmaz, katilin uşak olduğunu da laf arasında kulağımıza
fısıldayıverir. Yine de tanıtım yazıları eğlencelidir. Hatta bir gün arka kapak
yazılarından oluşan bir roman bile yazılabilir. Onun da arkasına şöyle yazarlar
herhalde: “Benzersiz bir roman! Kategorileri zorluyor.”
Fakat bütün iyi okuyucular bilir ki, bir kitaba dair
fikir edinmenin en isabetli yöntemi, onu açıp okumaya başlamaktır. İlk birkaç
sayfadan sonra hala okumak istiyorsanız, o kitap sizinle gelecek demektir. Kapağında
ne yazarsa yazsın.
"Kendisine şimdiden birkaç başyapıt borçlu olduğumuz meşhur romancı X, ününe yakışan bir ustalıkla kotarılmış bu yeni romanında, karakterlerini yediden yetmişe herkesin anlayabileceği bir atmosferde soluk alan, hatları açıkça çizilmiş kişilerden seçmeye özen göstermiş: kitabın entrikası, romanın kahramanının, ilk gördüğü insanla kavgaya tutuşan esrarengiz bir karakterle bir otobüste karşılaşmasının etrafında dönüyor. Son bölümde, bu gizemli karakteri, Dandy'liğin öncülerinden biri olan bir arkadaşının tavsiyelerini can kulağıyla dinlerken görüyoruz... Bütün bunlar, Romancı X'in ender rastlanan bir şenliklilik duygusu ile ince ince işlediği başdöndürücü bir izlenim bırakıyor okurda"
ReplyDelete'Kitap arkası yazısı' Raymond Queneau - Biçem Alıştırmaları
Hah-ha! Bunu biliyorum. Harika!
ReplyDelete