22 Şubat 2015
“Ne olur bu bir
rüya olsun!” demiş Nuh Köklü. Kalbine saplanan bıçaktan hemen sonra. Özgecan
Aslan da öyle demiştir herhalde. “Bu bir kabus olmalı,” demiştir. “Bitsin
artık!” demiştir. Onu da bıçakladılar biliyorsunuz. Bir de ellerini, o güzel
ellerini…
Bu hafta korkunç
bir haftaydı. Ben çoğunu uyuyarak geçirdim. Mutsuz uzun uykular. Kabuslardan
uyanıp başka kabuslara daldım. Uyanık olduğum zamanlarda da hayaletlerle
uğraşıp durdum. Özgecan’la birlikte katledilmiş bütün kadınların suretleri geri
döndü. Baktığım her yerde, Güldünya’nın, Ayşe’nin, Mehtap’ın yüzlerini görür
oldum. Bana bir şey söyleyecek gibi duruyorlardı.
Halbuki
hayaletlerle konuşarak vakit kaybetmemem gerekiyordu. Oturup yazı falan yazmam
gerekiyordu. Bir keresinde neredeyse bir sayfa kadar yazdım. Ama sonra hepsini
sildim. Geçmişten bir şeyler çıkıp gelmişti. Ve geçmişten gelen şeyler her
zaman iyi olmuyordu. Ben de oturup hepsini sildim. Keşke her şeyi böyle
silebilsek diye düşündüm sonra.
Sizi bilmiyorum
ama erkeklerle de uzun uzun konuşamadım ben bu hafta. Kötü bir niyetim
olduğundan değil. Dayanamadığım için. Onlar da dinlemeye çok niyetli değillerdi
zaten. Daha çok kendi kendilerine konuştular. Ders verdiler, akıl verdiler,
tahlil yaptılar. Eğitimli olanlar, onları yabancılaştıracak şekilde davranmamamız
gerektiğini hatırlattı. Diğerleri, bazı ihtiyaçları olduğunu ama bunları “iyi
aile kızları” üzerinden tatmin etmemeleri gerektiğini söyledi. Bazıları da
“Sizin yanınızda durmak istiyoruz ama izin vermiyorsunuz,” diye darılıp
gittiler. Ben bunlara dayanamadım. Bu hafta dayanamadım.
Nasıl barışacağım
diye düşündüm. Ben bu dünya ile nasıl barışacağım? Zalimlerin cinsiyeti
olmazmış. Öyle diyorlardı. Her şeyi ama her şeyi biliyorlardı. Bense emin
değildim artık. Hiçbir şeyden emin değildim.
Bunları düşüne
düşüne uyuduğum gecelerden birinde garip bir rüya gördüm. Rüyamda hangar gibi
bir yerde dikilmiş duruyorum. Karanlık kötü bir yer burası. Bayağı pis kokuyor
üstelik. Bir bankonun önünde sıraya girmiş bekliyorum. Eğer sicilim temizse
beni içeri alacaklar. Nereye? Emin değilim. Ama oraya gitmek istiyorum. Göçmen
gibi bir şeyim galiba. Elimde küçük bir çıkınım var. Bakıyorum herkesin elinde
bir tane var onlardan. Pek bir şey götürmemize izin yok anlaşılan. Ama bunu dert
etmiyorum. Mutluyum. Herhalde göçüyorum, diyorum kendi kendime.
Böyle beklerken beklerken
sonunda sıra bana geliyor. Tam bankoya yaklaşacakken önüme bir adam dikiliyor. Eliyle
beni göstererek “O giremez,” diyor. Ben yaşlarda bana benzeyen bir adam bu.
Saçı gözü kara. Ben kara değilim halbuki. Ama yine de bana benziyor. Ya da ben
öyle düşünüyorum. Meğer adam Ermeni imiş. Onun da elinde bir çıkını var.
Çıkından pabuçlarına kan damlıyor. Adamın pabuçları kan içinde. Bunu neden daha
önce fark etmedim? Korku içindeyim. “Ben yapmadım,” diyorum görevlilere. “Benim
hiç suçum yok.” Bunun başıma geldiğine inanamıyorum. Gerçekten suçsuzum ben.
Bunun üzerine, adam çıkınını alıp çekiliyor. Görevliler bana inandı. Yolu
açıyorlar. O güzel ülkeye gidebilirim. O adamı bir daha hiç düşünmeyebilirim.
Ama ayaklarım
beni götürmüyor. Olduğum yerde dönüyorum. Adamı arkada bir yerde kalabalığın
içinde görüyorum. Ailesi ile bir köşeye oturmuş. O da benim gibi sırasını
bekliyor. Yürüyüp yanına gidiyorum. Bir süre ne yapacağımı bilemeden öylece duruyorum.
Sonra birden önünde diz çöküyorum. Yere öyle hızlı iniyorum ki, dizlerim
sızlıyor. Bir şey söylüyor muyum emin değilim. Ama galiba konuşmaya gerek yok.
O beni anladı. Biz yaptık. Hepsini biz yaptık. Ben de diğerleri kadar suçluyum.
Kendi payımı kabul ediyorum. Adam oturduğu yerden kalkıyor. Beni çekip yanına
oturtuyor. Birisi çıkınından ekmek çıkarıyor. Aynı sofraya oturup yiyoruz. Ben
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum. Gözyaşlarım elimdeki ekmeğe akıyor. O güzel
ülkeye girmişim artık. Biliyorum.
O kadar kabusun
içinde bir de bu rüya. Bir süre ne düşüneceğimi bilemedim. Sonunda anladım ki
bu Özgecan ile ilgilidir. Bu rüyanın kadın cinayetleriyle ne alakası var
diyeceksiniz? Bir büyük haksızlığın başka bir adaletsizliğin yarasını
kaşıması şaşırtıcı mı geldi size? Bana hiç öyle gelmiyor. Sonuçta bütün adaletsizlikler
aynı yerden besleniyor. Sadece cinsiyetçilik ile ırkçılık arasındaki ilişkiye
bakmak bile bunu anlamak için yeter.
Ama bu rüya bence daha önemli bir şey söylüyor: Mağdurların
tarafında olduğunuz zaman bir haksızlığa dair fikir yürütmek kolaydır. Ama ya
herhangi bir nedenle zalimlerin tarafında kaldıysanız? Dahil olduğunuz sınıf,
etnik köken ya da cinsiyet sizi ayrıcalıklıların arasına yerleştirdiyse? O
zaman ne olacak? İşte o zaman, önce karşı tarafın acılarını tanımanız gerekir. İleri
geri konuşup onlara fikir veremez, yol gösteremezsiniz. Çünkü onların acısında
sizin de payınız vardır. Önce durup bunu kabul etmeniz gerekir.
Hafta boyunca
erkekler değişik platformlarda şunu sordular: “Sadece biyolojik olarak dahil
olduğumuz bir cinsin zalimliğinden sorumlu tutulabilir miyiz?” Onlara göre bu
çok büyük bir adaletsizlikti. Onlar bir şey yapmamıştı. Bunların hepsi bir iki
münferit olaydı. Saldırganlar belli ki cinsel sorunları olan sapık adamlardı.
Hepsi en ağır cezalara mahkum edilmeli, hatta asılmalıydı. Kendileri ise, iyi
erkeklerdiler. Böyle taraklarda bezleri yoktu. Onun için, bu tür eleştirilerden
muaf olmalıydılar. Kimileri daha karmaşık bir tonda ilerlese de, tartışmaların
özü üç aşağı beş yukarı buydu.
Mesele şu ki, kimse
kendi cinsine, sınıfına ya da etnik kökenine sadece fiziksel olarak dahil
olmaz. Herkes kendi toplumsal kimliğinin avantajlarından yararlanır, onun
sağladığı kolaylıkları kullanır. Erkekler de erkek olmanın nimetlerinden
faydalanırlar. Daha da önemlisi kadın olmanın getirdiği tehlikelerden ve
sınırlamalardan uzak yaşarlar. Kadınlarla aynı koşullarda bulunsalar bile,
onlardan çok daha hızlı serpilir ve gelişirler. Erkekler ait oldukları cinsin davranışlarından
sorumlu tutulamazlar elbette. Ama kendi cinslerinin sebep olduğu adaletsizliği
sorgulamadıkları sürece onu büyütmüş ve beslemiş olurlar. Bu durumu kabul
etmedikleri sürece de suçludurlar. Çünkü görmezden geldikleri adaletsizlik
sonunda bu katilleri yaratır.
Yukarıdaki soruyu
soran arkadaşlara buradan selamlarımı yolluyorum. Ayrılmadan önce onlara
sevgili Rakel Dink’in sözünü hatırlatmak istiyorum: “Bir bebekten bir katil
yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim!”
No comments:
Post a Comment