Saturday, January 11, 2014

Masalcılar

BirGün Pazar
22 Aralık 2013

Siyasetin gündeminin baş döndürücü bir hızla değiştiği ve hepimizi sersemlettiği bu garip haftanın sonunda, eğlenceli bir pazar yazısını tercih edeceğinizi düşündüm. Onun için bu sayı için yaptığım planları bozmamaya ve size okuyucular üçlemesinin son ayağı olan “Masalcılar”ı anlatmaya karar verdim.

Çakal okuyucuları tarif ederken, okurlar dünyasında “yasadışı” sayılabilecek yollara başvuranlardan bahsetmiştim. Ardından da, sınırlı bilgi ya da algısına rağmen bir metne dair uzun uzun konuşabilenlerden oluşan bir başka kategori olduğunu söylemiştim: “Burası artık okuyucunun yazara dönüştüğü yerdir. Onun içindir ki, bu gruba “yazıcılar” ya da, sözlü edebiyat geleneğinden beslendikleri gerçeğini göz önünde bulundurarak, ‘Masalcılar’ diyoruz.”

İşte bugün onlardan söz edeceğiz.

“Masalcılar”ın çoğu çakal okuyucular gibi hinlik peşinde değildir aslında. Bir kısmının derdi daha çok okuduğu metinle ilişki kuramamak ya da yanlış ilişki kurmaktır. Bazısı okuduğu metni anlamaz ya da düpedüz yanlış okur. Çoğu kez bu o kadar temel bir algı kaymasıdır ki, yapacak pek bir şey yoktur. Bir arkadaşımın annesi kocasını kaybettikten sonra kendini okumaya vermişti. Ona kitap yetiştiremiyorduk bir türlü. Bir gün arkadaşım suratında garip bir ifadeyle çıkageldi ve annesinin “Dönüşüm”ü çok beğendiğini söyledi. Gregor Samsa için “Bayılıyorum bu çocuğa,” demiş. Verdik diğer Kafkaları da. Ne yapalım!

Bazısı ise, kendi gündemi çok ağır bastığı için olacak, ne okursa okusun hep aynı şeyi görür. Bu tip okuyucu da konuşmayı sevenler arasındadır. Ama önüne ne koyarsanız, size hep aynı şeyi anlatacağı için bir zaman sonra yorucu olabilir. Yine de bunun neşeli örneklerini görmüşlüğüm vardır. Mesela eski bir öğrencim, Platon okunan bir dersin sınavında aynen şunları yazmıştı: “Bütün düğünler kötü birer kopyadır. İdeal düğün diye bir şey olamaz. En azından bu dünyada.” İlginç bir örnek seçimi. Ama tam puan verdim, gitti. Sonuçta meselenin özünü kavramıştı.

“Masalcılar”ın bir başka türü, okuduğu şeye dair değil de okuma eyleminin kendisine dair konuşmaktan hoşlananlardır. Bunlar sizi yakalar yakalamaz, okumanın ne kadar güzel bir alışkanlık olduğundan, mutlaka çocuk yaşta edinilmesi gerektiğinden ve her koşulda okumayı başardıklarından söz açacaklardır. “Hobilerim arasında müzik dinlemek ve okumak...” diye sayıp dökenleri de bu gruba dahil edebiliriz. Bunlar anlamazlar ki, okuyucunun hası sabah akşam okumanın erdemine dair konuşmaz. Onun yerine okuduğu kitapla ilgili bir iki şey söylemeyi tercih eder belki. Ya da oturup düşünür, ne bileyim!

Ama en güzeli okumadığı kitaba dair konuşmak zorunda kalanlardır. İşte asıl beceri ve sanat burada yatar. “Masalcılar”ın en eğlenceli türü olan bu grubun ayırt edici özelliği, elindeki en küçük bilgiyi bile çekiştire çekiştire yufka gibi açıp bir kompozisyon haline getirebilmesidir. Daha önce de yazdığım gibi, hepsi arasında en yaratıcı olanlar onlardır. Ellerine iki satır olay örgüsü verin, onu allayıp pullayarak sayfalar doldurabilirler. Ben ne virtüozler gördüm, siz bilmezsiniz! Öyle beceriklileri vardır ki, onlara sadece öykünün adını verin, oturup dört başı mamur deneme yazarlar. Elleri titremez bile.

Bu grup için amaç, sayfayı bir şekilde doldurmaktır. Fakat herkesin yöntemi farklıdır elbette. Kimileri kategorilere başvurur: “Bu öyküdeki karakterler iki ayrılıyor: Kadınlar ve erkekler.” Kimileri totolojileri tercih eder: “Buzzati’nin Yedi Ulak adlı öyküsünde tam yedi ulak vardır.” Bazıları duygusaldır, okurken hıçkırıkları duyar gibi olursunuz: “Bu karakterin başına gelen kabul edilemez bir şey! Kim olsa isyan eder.” Bazıları doğuştan heyecanlıdır, Borges’in öyküsünden bahsederken kendini kaybeden şu öğrenci gibi: “Babil Kütüphanesi’nin duvarları bir harika!”

Başka bir grup ise, hangi konudan bahsedecek olursa olsun, insan tecrübesinin açıldığı ilk noktaya, hatta mümkünse zamanın başladığı ana geri dönmek ister: “İnsanlar özgürlük meselesini yüzyıllardır düşünüp durmaktadır.” Bazısı ise çözümü aynı fikri değişik şekillerde tekrarlamakta bulur: “Zihin-beden ikiliği Descartes’ın sorunudur. Sorunudur Descartes’in zihin-beden ikiliği. Ki sorsanız Descartes’a, o da size aynı şeyi söyleyecektir.” Kimi çaresizliğe kapılır ve bunu yansıtır: “Bu öyküde karakterin bir arayış içinde olduğunu görüyoruz. Kendini bulmak için uzun bir yolculuğa çıkmış. Ama bence pek bir şey bulamamış.” Kimi de son çare olarak yazara göz kırpar: “Zamanımızda küçücük bir öykü bile yazmak ne kadar zordur, ne kadar çok çaba ister!” O da olmazsa hocaya pas atar: “Sevgili hocamızın derste söylediği gibi, Hemingway’in üslubu üslupsuz olmasındadır.”

Senelerdir sınavda yapılan hataların arşivini tutuyorum. Bu örnekler de o arşivden. Umarım eski öğrencilerim bana kızmazlar. Ne de olsa bunların hepsi artık birer anı. Ayrıca ben “Masalcılar”ı seviyorum. Beni eğlendiriyorlar. Gerçek şu ki, onlar olmasa her dönem yüzlerce sınav kağıdını asla okuyamazdım.

Siyasetin masalcıları içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sahneyi bir an evvel terk etmeleri hepimiz için yeğdir. Komik bile değiller çünkü.

No comments: