22 Aralık 2013
Siyasetin
gündeminin baş döndürücü bir hızla değiştiği ve hepimizi sersemlettiği bu garip
haftanın sonunda, eğlenceli bir pazar yazısını tercih edeceğinizi düşündüm.
Onun için bu sayı için yaptığım planları bozmamaya ve size okuyucular
üçlemesinin son ayağı olan “Masalcılar”ı anlatmaya karar verdim.
Çakal okuyucuları
tarif ederken, okurlar dünyasında “yasadışı” sayılabilecek yollara
başvuranlardan bahsetmiştim. Ardından da, sınırlı bilgi ya da algısına rağmen
bir metne dair uzun uzun konuşabilenlerden oluşan bir başka kategori olduğunu söylemiştim:
“Burası artık okuyucunun yazara dönüştüğü yerdir. Onun içindir ki, bu gruba
“yazıcılar” ya da, sözlü edebiyat geleneğinden beslendikleri gerçeğini göz
önünde bulundurarak, ‘Masalcılar’ diyoruz.”
İşte bugün onlardan
söz edeceğiz.
“Masalcılar”ın çoğu
çakal okuyucular gibi hinlik peşinde değildir aslında. Bir kısmının derdi daha
çok okuduğu metinle ilişki kuramamak ya da yanlış ilişki kurmaktır. Bazısı
okuduğu metni anlamaz ya da düpedüz yanlış okur. Çoğu kez bu o kadar temel bir
algı kaymasıdır ki, yapacak pek bir şey yoktur. Bir arkadaşımın annesi kocasını
kaybettikten sonra kendini okumaya vermişti. Ona kitap yetiştiremiyorduk bir
türlü. Bir gün arkadaşım suratında garip bir ifadeyle çıkageldi ve annesinin “Dönüşüm”ü
çok beğendiğini söyledi. Gregor Samsa için “Bayılıyorum bu çocuğa,” demiş.
Verdik diğer Kafkaları da. Ne yapalım!
Bazısı ise, kendi
gündemi çok ağır bastığı için olacak, ne okursa okusun hep aynı şeyi görür. Bu
tip okuyucu da konuşmayı sevenler arasındadır. Ama önüne ne koyarsanız, size
hep aynı şeyi anlatacağı için bir zaman sonra yorucu olabilir. Yine de bunun
neşeli örneklerini görmüşlüğüm vardır. Mesela eski bir öğrencim, Platon okunan
bir dersin sınavında aynen şunları yazmıştı: “Bütün düğünler kötü birer
kopyadır. İdeal düğün diye bir şey olamaz. En azından bu dünyada.” İlginç bir
örnek seçimi. Ama tam puan verdim, gitti. Sonuçta meselenin özünü kavramıştı.
“Masalcılar”ın
bir başka türü, okuduğu şeye dair değil de okuma eyleminin kendisine dair
konuşmaktan hoşlananlardır. Bunlar sizi yakalar yakalamaz, okumanın ne kadar
güzel bir alışkanlık olduğundan, mutlaka çocuk yaşta edinilmesi gerektiğinden
ve her koşulda okumayı başardıklarından söz açacaklardır. “Hobilerim arasında
müzik dinlemek ve okumak...” diye sayıp dökenleri de bu gruba dahil edebiliriz.
Bunlar anlamazlar ki, okuyucunun hası sabah akşam okumanın erdemine dair konuşmaz.
Onun yerine okuduğu kitapla ilgili bir iki şey söylemeyi tercih eder belki. Ya
da oturup düşünür, ne bileyim!
Ama en güzeli okumadığı
kitaba dair konuşmak zorunda kalanlardır. İşte asıl beceri ve sanat burada
yatar. “Masalcılar”ın en eğlenceli türü olan bu grubun ayırt edici özelliği,
elindeki en küçük bilgiyi bile çekiştire çekiştire yufka gibi açıp bir
kompozisyon haline getirebilmesidir. Daha önce de yazdığım gibi, hepsi arasında
en yaratıcı olanlar onlardır. Ellerine iki satır olay örgüsü verin, onu allayıp
pullayarak sayfalar doldurabilirler. Ben ne virtüozler gördüm, siz bilmezsiniz!
Öyle beceriklileri vardır ki, onlara sadece öykünün adını verin, oturup dört
başı mamur deneme yazarlar. Elleri titremez bile.
Bu grup için amaç,
sayfayı bir şekilde doldurmaktır. Fakat herkesin yöntemi farklıdır elbette.
Kimileri kategorilere başvurur: “Bu öyküdeki karakterler iki ayrılıyor:
Kadınlar ve erkekler.” Kimileri totolojileri tercih eder: “Buzzati’nin Yedi
Ulak adlı öyküsünde tam yedi ulak vardır.” Bazıları duygusaldır, okurken hıçkırıkları
duyar gibi olursunuz: “Bu karakterin başına gelen kabul edilemez bir şey! Kim
olsa isyan eder.” Bazıları doğuştan heyecanlıdır, Borges’in öyküsünden
bahsederken kendini kaybeden şu öğrenci gibi: “Babil Kütüphanesi’nin duvarları
bir harika!”
Başka bir grup
ise, hangi konudan bahsedecek olursa olsun, insan tecrübesinin açıldığı ilk
noktaya, hatta mümkünse zamanın başladığı ana geri dönmek ister: “İnsanlar
özgürlük meselesini yüzyıllardır düşünüp durmaktadır.” Bazısı ise çözümü aynı
fikri değişik şekillerde tekrarlamakta bulur: “Zihin-beden ikiliği Descartes’ın
sorunudur. Sorunudur Descartes’in zihin-beden ikiliği. Ki sorsanız Descartes’a,
o da size aynı şeyi söyleyecektir.” Kimi çaresizliğe kapılır ve bunu yansıtır: “Bu
öyküde karakterin bir arayış içinde olduğunu görüyoruz. Kendini bulmak için
uzun bir yolculuğa çıkmış. Ama bence pek bir şey bulamamış.” Kimi de son çare
olarak yazara göz kırpar: “Zamanımızda küçücük bir öykü bile yazmak ne kadar zordur,
ne kadar çok çaba ister!” O da olmazsa hocaya pas atar: “Sevgili hocamızın derste
söylediği gibi, Hemingway’in üslubu üslupsuz olmasındadır.”
Senelerdir
sınavda yapılan hataların arşivini tutuyorum. Bu örnekler de o arşivden. Umarım
eski öğrencilerim bana kızmazlar. Ne de olsa bunların hepsi artık birer anı. Ayrıca
ben “Masalcılar”ı seviyorum. Beni eğlendiriyorlar. Gerçek şu ki, onlar olmasa
her dönem yüzlerce sınav kağıdını asla okuyamazdım.
Siyasetin
masalcıları içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sahneyi bir an evvel terk
etmeleri hepimiz için yeğdir. Komik bile değiller çünkü.
No comments:
Post a Comment