Friday, June 06, 2014

Beklemek

BirGün Pazar
25 Mayıs 2014



Yorgunuz hepimiz. Üzgünüz. Gündelik hayatın gereklerini yerine getirmekte zorlanıyoruz. Bu kadar adaletsizlikten, bunca kayıptan sonra hayatımızın rengi soldu. Bir yerde hala ışıklı bir köşesi kaldıysa eğer, onun da üzerinde kara bulutlar dolaşıyor.

Sokaklarda gölgeli yüzler görüyorum. Kimi başını eğmiş hızlı hızlı yürüyor. Kimi bir banka çöküp oturmuş. Yüzünü avuçları arasına almış düşünüyor. Otobüste bazen biri o kadar dalmış oluyor ki, inmesi gereken durağı kaçırıyor. Sonra şoföre bağırıyor. Şoför de ona. Kavga çıkmasın diye birileri araya giriyor. Gönülsüzce yapıyorlar bunu. Çok mecbur kalmadıkça kimse hareket etmiyor. Bezgin bezgin sıraya giriyoruz. Markette, durakta, bankada. Sessizce bekliyoruz. Biri bize seslenene kadar yerimizden kıpırdamadan. Sonra bir rüyadan uyanır gibi silkinip ilerliyoruz.

Benim de yüzümde gölgeler var. Biliyorum. Herkes gibi ben de hayatı erteleyip duruyorum. Sadece yapmam gerekenleri yapıyorum. Dersler, kağıtlar, yazılar, notlar. Hayattaki sorumluluklarım. Onları yerine getirmeye çalışıyorum. Bunun dışında kalan her şey sarkıyor. Ya da sessizce geçiştiriliyor. Yaşamın mutlu olayları, mezuniyetler, doğumlar, yıldönümleri. Küçük başarılar, kutlamalar, buluşmalar. Hiçbiri olması gerektiği gibi değil. Hepsinin içi boşalmış, rengi solmuş.

İki arkadaş yan yana gelince susuyor bazen. En kötüsü de bu. Konuşacak bir şey olmadığı için değil. Artık söylenecek laf kalmadığı için. Bir masaya kollarını dayayıp oturuyorlar. İkisi de ötekinin söze başlamasını bekliyor. Ama yapamayacağını biliyor. Onun için susuyoruz. 

Bu kadar acı varken, hala yaşıyor olmak garip geliyor. Zaten çoğumuzun ağzını bıçak açmıyor. Devam etmek için mecalimiz kalmadı. Hayattayız elbette. Hayatta kaldık çünkü biz. Başkaları ölürken. Ama yaşıyor muyuz, orası şüpheli. Yaşarmış gibi yapıyoruz daha çok. Laflarımız, gülümsemelerimiz, sarılmalarımız hepsi havada asılı duruyor. En güzel anılarımızın bile seyircisi olduk artık. Hiçbir anın içinde değiliz. Tam olarak değiliz. Her şeye mesafe aldık. Bir misafir gibi köşede oturuyor ve sessizce hayatımızın akıp gitmesini izliyoruz. 

En çok beklediğimiz şeyler gerçekleşiyor halbuki. Özlediğimiz insanlar geliyor, çocuklarımız büyüyor, hastalarımız iyileşiyor. Sevinemiyoruz. İçimizden gelerek sevinemiyoruz.

Soma’nın hemen ertesinde, bir öğrencim uzun süredir beklediği doktora programına kabul aldığını söylemek üzere odama geldi. Suratından düşen bin parçaydı. “Sevinmedin mi?” dedim. “Hocam, işte…” dedi. Birbirimize baktık. Söyleyecek bir şey bulamadık.

Aynı hafta sonu, çocukluk arkadaşlarımla buluşmak üzere İzmir’e gittim. Ayağımı sürüyerek yaptım bunu. Söz vermiştim. Plan yapmıştık. Aylardır bunun hesabını yapıyorduk. Bazılarını 30 senedir görmemiştim. Birbirimizi bulduğumuzda kucaklaştık, sarıldık, kimileriyle güldük kimileriyle ağlaştık. Ama üzerimizde hep aynı gölge vardı. Aynı suçluluk duygusu. Birbirine artık sarılamayanların, kavuşamayacak olanların gölgesi.

Bu ülkede her gün cinayet işleniyor. Biz her cinayetle biraz daha soluyoruz. Her ölümle hayatımızdan bir parça daha eksiliyor.

Eskiden olduğu gibi yaşamamız mümkün değil artık. Yürümemiz, koşmamız, bahar gelince sevinmemiz falan mümkün değil. Sevgilimizin elini tutacak oluyoruz, aklımıza belki de bir kızın elini bile tutmadan ölmüş gençler geliyor. Ali İsmail geliyor, Ethem geliyor, Medeni geliyor. İnsanlar çocuklarına bile istedikleri gibi sarılamıyorlar artık. Evlatlarının yüzlerinde, Berkin’in gözlerini görüyorlar çünkü. O kocaman çocuk gözlerini. Soma’dan sonra huzurlu bir sofraya oturabilen var mı peki? Lokmaları boğazına dizilmeden yemek yiyebilen? Gece olup yatağa girdiğinde, sedyeyi kirletmemek için çizmelerini çıkarmak isteyen o maden işçisini düşünmeden uyuyabilen var mı?

Sahi, uyuyabilen var mı artık?

Hepimiz bekliyoruz şimdi. Kuyruklarda, istasyonlarda, otobüs duraklarında… Konuşmadan, dokunmadan, çoğu kez birbirimizin yüzüne bile bakamadan. Sabırla bekliyoruz.

Bu açgözlü iktidar ise bir türlü doymak bilmiyor. Her gün biraz daha küstahlaşıp arsızlaşıyor. Biz yeter artık dedikçe, başka canlara kastediyor. Hayatlarımızın rengini ışığını emiyor, onu kasvetli ve soğuk bir bekleme odasına çeviriyor.

Bizse bekliyoruz. Sabrediyoruz. Şimdilik.

Photo: Nejla Osseiran



No comments: