Wednesday, November 20, 2013

Aşk Sağlığı Enstitüsü


BirGün Pazar
10 Kasım 2013

Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ın sona yakın bölümlerinden birinde uzun uzun hayal ürünü bir enstitüden söz eder. “Aşk Sağlığı Enstitüsü” adını verdiği bu kurumun Türkiye’nin bozuk ve sağlıksız aşk hayatını düzeltebileceğinden dem vurur. Her zamanki müstehzi diliyle, beş senelik kalkınma planları yapılsa bir miktar da olsa mesafe kaydedilebileceğini iddia eder. Sonra da bu düzmece kurumun ağzından ülkedeki aşki meşki faaliyetlere dair raporlar yazar, istatistikler verir.

“Aşk sağlığı enstitüsünün bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz on altı muhallebicide buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma (bunun bin sekiz yüz yirmi beşi gerçekleşmemiş), bin dört yüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi (parklar, kırlar, adalar v.s.) ve yalnız altı yüz on iki sinema locası olayı tespit edilmiş. Buna gizli aşkları da ekleyin (bültende Selim’in adına rastlanmadığı için, bunu gizli aşk olayları arasında düşünebiliriz.) Gizli aşk sayısının da, ihtimal hesaplarına göre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin ediliyor. Emniyet genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlak olarak) yüz yirmi altı bin sekiz yüz bakıp da iç geçirme, kırk dört bin otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, dört bin iki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz elli eve kadar izleme ve on beş bin yedi yüz uzaktan âşık olma ve sadece
(bu sayı kesin) sekiz yüz on dört ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. Bu arada, park bekçileri, seksen iki bin kadar çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre de, altmış bin papatya sevgi falı için koparılmış ve âşıkların üzerinde uzandığı yirmi sekiz bin metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş. Tahmini zarar, yarım milyon lira
civarında.”

Başbakan Erdoğan’ın Gezi’nin en büyük bileşeni olan öğrencilere bir sürpriz hazırlığında olduğunu uzun süredir hissediyorduk. Kendisi de bunu ima etmiş, aşk ve umut içinde geçirdikleri yazın hesabını gençlerden soracağının işaretlerini vermişti. Onun için belki de Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın “kızlı erkekli” durumlara dair açıklamalarına şaşırmamamız gerekiyor. Madem ki, binlerce papatya sevgi falı için koparılmış ve âşıkların üzerinde uzandığı çimler ezilmiş, o zaman yapacak bir şey yok! Bu aşklar meşkler ve kızlı erkekli ortamlar böyle devam edemez. Devlet halkın ahlakını ve bir de çimleri korumak zorundadır.


Düpedüz komik aslında. Yine de Muammer Güler “kızlı erkekli evlerin terör örgütleri tarafından kullanılması”ndan söz ederken insanın neşesini koruması zor oluyor. Bu açıklamaların üzerimizde en hafif ifadesiyle “bunaltı” yarattığını söylemek lazım. Haberin bütün televizyonlarda bangır bangır yayınlandığı günün ertesinde bir arkadaşım şöyle dedi: “En kötü kabuslarımın saklandıkları köşeden çıkmış üzerime geldiğini hissediyorum.”

Bu konuşmanın üzerine, ben de aynı şeyi düşündüğümü fark ettim. Öğrenciliğimin kötü anıları birbiri ardından kopup geliyordu. Erkeklerle konuşuyorum diye beni babama şikayet etmeye kalkıp sonra kendisi “çıkma” teklif eden mahallenin delikanlı abisi. Okula giderken bindiğim belediye otobüsünde edep yerlerini hayasızca orama burama dayamaya çalışan adamlar. (Aynı adamlar, sevgilinizle kol kola oturuyorsanız sizi ayırmak için ellerinden geleni artlarına koymazlardı.) Önce “Öğrenciye ev yok!” diyen, sonra “Buluruz bir yolunu,” diye göz kırpan emlakçı. “Kaç kişi kalıyorsunuz?” bizi sorguya çeken kapıcı. Eski kiracısının açtığı davayı düşürebilmek için, bizi polis çağırmakla tehdit ederek korkutup kaçırmaya çalışan ev sahibi. İkametgah almak için gittiğimde, “İsminiz ‘gururlu kadın’ anlamına geliyor, ama bir bakmamız lazım gerçekten gururlu musunuz,” diyerek yılışan mahalle muhtarı.

Hepsini birden hatırlayınca hastalanır gibi oldum. Bir süredir ufak ufak yoklayan mide bulantısı iyice kendini hissettirdi.

Anladım ki arkadaşım haklıydı: Bu adamlar ve onların temsil ettiği zihniyet hep oradaydı aslında. Yüzeydeki medeniyet cilasının hemen altında. Biraz kazıdığınız zaman hemen görebilirdiniz onu. Biz kadınlar görmek için pek uğraşmadık. Zaten gözümüze sokuldu. Hissetmek için alim olmaya gerek yoktu. Çarşılarda, mağazalarda, sokaklarda sürekli fırsat kollayan eller, kollar, bacaklar, bizi bekliyordu. Hiçbiri olmasa üzerimize yapışan bakışlar peşimizi bırakmıyordu.

Öfkemi bir tarafa bırakıp sakin bir şekilde düşünmeye çalıştım. Sonunda şu karara vardım: Bu vakte kadar kuytularda gizlenmiş bir canavar artık bütün cüssesi ile karşımızdadır. Bu hükümetin yalnızca kadınlara değil, iyi ve güzel olan hiçbir şeye (aşka, umuda, neşeye) tahammülü yoktur. Üstelik artık bunu açık açık beyan etmektedir.

Dahası, kimilerinin sandığı gibi, bu müdahalenin ve onun yüreklendirdiği taciz hikayelerinin nesnesi “bazı” kadınlar değildir. Aslında sadece kadınlar bile değildir. Hangi koşullarda yaşarsa yaşasın, hangi sınıfın ayrıcalıklarından yararlanıyor olursa olsun, ya da bedenini ne kadar örterse örtsün, bu zihniyet sürdükçe her kadın tacize maruz kalabilir. Bunu bütün kadınlar bilir. Ama bu müdahalenin etki alanı bundan daha geniştir. Erkekler de ondan paylarını alacaklar ve yaşam alanlarının daraldığını fark edeceklerdir.

Başbakan Erdoğan’ın “kızlı erkekli” hamlesinin açılımı bence budur. Hükümet bu vakte kadar gizli gizli tutucu olmuş bu topluma kendi işini kolaylaştıracak bir şekil vermeyi aklına koymuştur. Bu vakte kadar sokaklarda gelişigüzel bir şekilde yaşanan bu başıbozuk muhafazakarlık, anlaşılan artık devlet eliyle ve birtakım kurumlar marifetiyle derlitoplu bir şekilde icra edilecektir.

Hayatın edebiyattan esinlendiği söylenir. Buna her gün biraz daha inanasım geliyor. Aşk Sağlığı Enstitüsü’de, beş senelik kalkınma planları da, “muhafazakar demokrat” hükümetimizin bundan sonraki icraatları arasında olacak gibi görünüyor.

Yukarıda alıntıladığım bölümün sonunda, gözaltında yaşanan bu aşkları bir bir sıraladıktan sonra, şöyle der Oğuz Atay, “ Uzun sözün kısası, nefes alışın bile izleniyor Selim.”

Hakikaten öyle be, Selim! Nefes alışımız bile izleniyor.

No comments: