BirGün Pazar
10 Kasım 2013
Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ın sona yakın
bölümlerinden birinde uzun uzun hayal ürünü bir enstitüden söz eder. “Aşk
Sağlığı Enstitüsü” adını verdiği bu kurumun Türkiye’nin bozuk ve sağlıksız aşk
hayatını düzeltebileceğinden dem vurur. Her zamanki müstehzi diliyle, beş
senelik kalkınma planları yapılsa bir miktar da olsa mesafe kaydedilebileceğini
iddia eder. Sonra da bu düzmece kurumun ağzından ülkedeki aşki meşki
faaliyetlere dair raporlar yazar, istatistikler verir.
“Aşk sağlığı enstitüsünün
bültenine göre, bir yıl içinde sadece on iki bin yedi yüz on altı muhallebicide
buluşma, yedi bin sekiz durakta buluşma (bunun bin sekiz yüz yirmi beşi
gerçekleşmemiş), bin dört yüz altmış iki çeşitli açık yer gezintisi (parklar,
kırlar, adalar v.s.) ve yalnız altı yüz on iki sinema locası olayı tespit edilmiş.
Buna gizli aşkları da ekleyin (bültende Selim’in adına rastlanmadığı için, bunu
gizli aşk olayları arasında düşünebiliriz.) Gizli aşk sayısının da, ihtimal
hesaplarına göre dört bin altı yüz kadar olduğu tahmin ediliyor. Emniyet genel
müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlak olarak) yüz yirmi altı bin sekiz
yüz bakıp da iç geçirme, kırk dört bin otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas,
dört bin iki yüz peşinden gidip de vazgeçme, sekiz yüz elli eve kadar izleme ve
on beş bin yedi yüz uzaktan âşık olma ve sadece
(bu sayı kesin)
sekiz yüz on dört ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. Bu arada, park bekçileri,
seksen iki bin kadar çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle
korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre de, altmış bin
papatya sevgi falı için koparılmış ve âşıkların üzerinde uzandığı yirmi sekiz
bin metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş. Tahmini zarar, yarım milyon lira
civarında.”
Başbakan Erdoğan’ın
Gezi’nin en büyük bileşeni olan öğrencilere bir sürpriz hazırlığında olduğunu
uzun süredir hissediyorduk. Kendisi de bunu ima etmiş, aşk ve umut içinde
geçirdikleri yazın hesabını gençlerden soracağının işaretlerini vermişti. Onun
için belki de Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın “kızlı erkekli” durumlara dair
açıklamalarına şaşırmamamız gerekiyor. Madem ki, binlerce papatya sevgi falı
için koparılmış ve âşıkların üzerinde uzandığı çimler ezilmiş, o zaman yapacak
bir şey yok! Bu aşklar meşkler ve kızlı erkekli ortamlar böyle devam edemez. Devlet
halkın ahlakını ve bir de çimleri korumak zorundadır.
Düpedüz komik
aslında. Yine de Muammer Güler “kızlı erkekli evlerin terör örgütleri
tarafından kullanılması”ndan söz ederken insanın neşesini koruması zor oluyor.
Bu açıklamaların üzerimizde en hafif ifadesiyle “bunaltı” yarattığını söylemek
lazım. Haberin bütün televizyonlarda bangır bangır yayınlandığı günün ertesinde
bir arkadaşım şöyle dedi: “En kötü kabuslarımın saklandıkları köşeden çıkmış
üzerime geldiğini hissediyorum.”
Bu konuşmanın üzerine,
ben de aynı şeyi düşündüğümü fark ettim. Öğrenciliğimin kötü anıları birbiri
ardından kopup geliyordu. Erkeklerle konuşuyorum diye beni babama şikayet
etmeye kalkıp sonra kendisi “çıkma” teklif eden mahallenin delikanlı abisi. Okula
giderken bindiğim belediye otobüsünde edep yerlerini hayasızca orama burama
dayamaya çalışan adamlar. (Aynı adamlar, sevgilinizle kol kola oturuyorsanız
sizi ayırmak için ellerinden geleni artlarına koymazlardı.) Önce “Öğrenciye ev
yok!” diyen, sonra “Buluruz bir yolunu,” diye göz kırpan emlakçı. “Kaç kişi
kalıyorsunuz?” bizi sorguya çeken kapıcı. Eski kiracısının açtığı davayı düşürebilmek
için, bizi polis çağırmakla tehdit ederek korkutup kaçırmaya çalışan ev sahibi.
İkametgah almak için gittiğimde, “İsminiz ‘gururlu kadın’ anlamına geliyor, ama
bir bakmamız lazım gerçekten gururlu musunuz,” diyerek yılışan mahalle muhtarı.
Hepsini birden
hatırlayınca hastalanır gibi oldum. Bir süredir ufak ufak yoklayan mide bulantısı
iyice kendini hissettirdi.
Anladım ki arkadaşım
haklıydı: Bu adamlar ve onların temsil ettiği zihniyet hep oradaydı aslında.
Yüzeydeki medeniyet cilasının hemen altında. Biraz kazıdığınız zaman hemen
görebilirdiniz onu. Biz kadınlar görmek için pek uğraşmadık. Zaten gözümüze
sokuldu. Hissetmek için alim olmaya gerek yoktu. Çarşılarda, mağazalarda,
sokaklarda sürekli fırsat kollayan eller, kollar, bacaklar, bizi bekliyordu. Hiçbiri
olmasa üzerimize yapışan bakışlar peşimizi bırakmıyordu.
Öfkemi bir tarafa
bırakıp sakin bir şekilde düşünmeye çalıştım. Sonunda şu karara vardım: Bu
vakte kadar kuytularda gizlenmiş bir canavar artık bütün cüssesi ile
karşımızdadır. Bu hükümetin yalnızca kadınlara değil, iyi ve güzel olan hiçbir
şeye (aşka, umuda, neşeye) tahammülü yoktur. Üstelik artık bunu açık açık beyan
etmektedir.
Dahası, kimilerinin
sandığı gibi, bu müdahalenin ve onun yüreklendirdiği taciz hikayelerinin nesnesi
“bazı” kadınlar değildir. Aslında sadece kadınlar bile değildir. Hangi
koşullarda yaşarsa yaşasın, hangi sınıfın ayrıcalıklarından yararlanıyor olursa
olsun, ya da bedenini ne kadar örterse örtsün, bu zihniyet sürdükçe her kadın
tacize maruz kalabilir. Bunu bütün kadınlar bilir. Ama bu müdahalenin etki
alanı bundan daha geniştir. Erkekler de ondan paylarını alacaklar ve yaşam
alanlarının daraldığını fark edeceklerdir.
Başbakan
Erdoğan’ın “kızlı erkekli” hamlesinin açılımı bence budur. Hükümet bu vakte
kadar gizli gizli tutucu olmuş bu topluma kendi işini kolaylaştıracak bir şekil
vermeyi aklına koymuştur. Bu vakte kadar sokaklarda gelişigüzel bir şekilde
yaşanan bu başıbozuk muhafazakarlık, anlaşılan artık devlet eliyle ve birtakım
kurumlar marifetiyle derlitoplu bir şekilde icra edilecektir.
Hayatın
edebiyattan esinlendiği söylenir. Buna her gün biraz daha inanasım geliyor. Aşk
Sağlığı Enstitüsü’de, beş senelik kalkınma planları da, “muhafazakar demokrat”
hükümetimizin bundan sonraki icraatları arasında olacak gibi görünüyor.
Yukarıda
alıntıladığım bölümün sonunda, gözaltında yaşanan bu aşkları bir bir sıraladıktan
sonra, şöyle der Oğuz Atay, “ Uzun sözün kısası, nefes alışın bile izleniyor
Selim.”
Hakikaten öyle
be, Selim! Nefes alışımız bile izleniyor.
No comments:
Post a Comment