Saturday, November 09, 2013

Arka Kapak Yazıları


BirGün Pazar
26 Ekim 2013


2001’de basılan The War Against Cliché (Klişe ile Mücadele) adlı inceleme ve denemelerden oluşan kitabında, İngiliz yazar Martin Amis, edebiyatın en önemli görevinin sıradanlıkla savaşmak olduğunu söyler.

Kitaba adını veren deneme, James Joyce’un romanı Ulysses’e yazılmış bir övgü kasidesi sayılır. Amis, Joyce’un romanının “klişeye karşı yürütülmüş bir kampanya” sayılabileceğini iddia ettikten sonra şunları söyler:

“En ideal haliyle, yazma eyleminin tümü klişeye karşı bir kampanya sayılır. Sadece kalemden çıkan klişe değil, zihinden ve kalpten çıkan klişe de söz konusudur burada. Bir şeyi eleştirirken, genellikle kullandığı klişelere değinirim. Bir şeyi överken de aksini yaparım: Yani metin tazeliğinden, enerjisinden ve sesinin geride bıraktığı titreşimlerden söz ederim.”

Ne yazık ki klişeler edebiyatın her yanına yayılmış durumdadır. Hatta bu sıradanlaşmış ve kalıplaşmış ifadeler, kitapların içleri kadar dışlarını da tehdit eder.
Kitap tanıtımlarında ve arka kapak yazılarında kullanılan dil bunun en güzel örneğidir.

Geçenlerde, bir kitapçının “Yeni Çıkanlar” rafındaki kitapları karıştırırken, arka kapak yazılarının ne kadar eğlenceli olduğunu fark ettim. Bir süre sonra o kadar hoşuma gitti ki, başka raflara da uzanıp elime geçen bütün kitapların arkasını çevirdim ve tanıtım yazılarını bir bir okumaya başladım.

Birinin arkasında şöyle yazıyordu: “Tarihin acılarından kaçarken aşka tutunan bir kentin çarpıcı öyküsü...” Bu herhalde kabaca şöyle bir şey demekti: Bolca siyasi entrika, birtakım kılıçlı ve miğferli adamlar, karanlık dehlizlerde kovalamaca sahneleri ve uçuşan ipek elbiseleri ile erotik dokunuşlar yaratan soylu kadınlar.

Bir başkası ise, “Ölmeden Önce Okumanız Gereken Binbir Kitaptan Biri!” olduğunu iddia ediyordu. Hem de kalın siyah harflerle. Kitabı elimde şöyle bir evirip çevirdim. Bu haliyle ilk binin içine girmesi imkansız, diye düşündüm. Sıralamaya bin birinci kitap olarak girmiş olsa gerekti.

Elime aldığım bir diğer kitabın arkasında aynen şu yazıyordu: “Philip Roth, Milan Kundera ve James Joyce Esintileri Taşıyan Bir Roman.” Dur ne yapıyorsun, diye sormak geldi içimden. Hem Roth hem Kundera? Bunların üzerine bir de Joyce, ha? Bu üç yazar hangi evrende bir araya gelebilir ki? Hadi onlar geldi diyelim, eğer romancı bütün bunları kitabına koyduysa, kendini nereye sığdırmış olabilir? Bu arka kapak yazısını yazan kişiyi merak ettim doğrusu. Kitabı aynı derecede merak ettiğimi söyleyemeyeceğim.

“Son On Yılın En İyi Çıkış Romanlarından Biri!” diye bağıran kapak yazısı, kafası karışık genç biri tarafından yazılmış kafası karışık genç insanlar hakkında bir roman okuyacağımız duygusunu uyandırırken, “Özgün bir roman!” ifadesi de muhtemelen doğru dürüst bir olay örgüsü olmayan garip bir hikaye ile karşılaşacağımızı ima ediyordu.

Bir diğeri “sıcacık ve yürek burkan bir hikaye” anlattığını söylüyor, bunun “ruhumuza işleyeceğini” iddia ediyordu. Bunu görünce, kitabın küçük bir İrlanda kasabasında geçtiğini, kişilerinin yoksul insanlar olduğunu ve en az birinin öykü esnasında aramızdan ayrılacağını düşündüm. Çünkü daha fazla kişi ölecek olsa, arka kapak yazısını hazırlayan kişi böyle demez, “Sarsıcı bir roman!” “Derinden etkileneceksiniz!” “Unutulmaz bir final!” falan gibi bir şeyler söylerdi herhalde.

“Elinizden bırakamayacaksınız,” “Sırlarla dolu karanlık bir anlatı” ya da “Doludizgin bir macera!” gibi ifadelerle süslü kitapları hızlıca geçtim. Çok satanlar kendilerini hemen belli ediyordu. Ama yazarın samimiyetinden dem vuran bir kapak yazısı görünce, elimde olmadan duraksadım. Aklıma Nabokov’un o şeytani lafı geldi: Eğer bir eleştirmen bir yazarı “samimi” diye tarif ediyorsa, ya eleştirmen safdillik ediyordur ya da yazar.

“Etnik tınılarla süslü bir öykü” diye kitabını tanıtan editöre yüksek sesle bir “Pes!” çektim. Kitabın satış grafiğini yükselteyim derken, onu sonsuza dek lanetlemişti. İyi bir hikaye olsa bile, bu tanıtımdan sonra evrensellik iddiası taşıyamayacak ve büyük ihtimalle “dünya edebiyatı” başlığı altında arka raflarda çürümeye terk edilecekti. “Otantik” ya da “etnik” diye tarif edilen bir kitabın ancak yemek kitabı olarak bir geleceği olabilirdi çünkü.

Yine de arka kapak yazıların insana hiç fikir vermediğini söylemek haksızlık olur. Yukarıda lafını ettiğimiz yazıların her biri bize kitaba dair bir şeyler söyler. Hatta bazıları hızını alamayıp kitabın konusunu olduğu gibi anlatmakla kalmaz, katilin uşak olduğunu da laf arasında kulağımıza fısıldayıverir. Yine de tanıtım yazıları eğlencelidir. Hatta bir gün arka kapak yazılarından oluşan bir roman bile yazılabilir. Onun da arkasına şöyle yazarlar herhalde: “Benzersiz bir roman! Kategorileri zorluyor.”

Fakat bütün iyi okuyucular bilir ki, bir kitaba dair fikir edinmenin en isabetli yöntemi, onu açıp okumaya başlamaktır. İlk birkaç sayfadan sonra hala okumak istiyorsanız, o kitap sizinle gelecek demektir. Kapağında ne yazarsa yazsın.


2 comments:

ehk2 said...

"Kendisine şimdiden birkaç başyapıt borçlu olduğumuz meşhur romancı X, ününe yakışan bir ustalıkla kotarılmış bu yeni romanında, karakterlerini yediden yetmişe herkesin anlayabileceği bir atmosferde soluk alan, hatları açıkça çizilmiş kişilerden seçmeye özen göstermiş: kitabın entrikası, romanın kahramanının, ilk gördüğü insanla kavgaya tutuşan esrarengiz bir karakterle bir otobüste karşılaşmasının etrafında dönüyor. Son bölümde, bu gizemli karakteri, Dandy'liğin öncülerinden biri olan bir arkadaşının tavsiyelerini can kulağıyla dinlerken görüyoruz... Bütün bunlar, Romancı X'in ender rastlanan bir şenliklilik duygusu ile ince ince işlediği başdöndürücü bir izlenim bırakıyor okurda"

'Kitap arkası yazısı' Raymond Queneau - Biçem Alıştırmaları

Meltem Gürle said...

Hah-ha! Bunu biliyorum. Harika!