1 Aralık 2013
Birkaç
sene önce, özgürlük, ahlak, adalet gibi temalar etrafında metinler okutuyordum.
Öğrencilerin çoğu birinci ve ikinci sınıftı. Meseleler de onlara göre biraz
ağırdı. Onun için derse nispeten hafif bir metinle, günümüz yazarlarından
birinin elinden çıkmış bir kısa hikâyeyle başlamak istedim.
Sınıfa
götürdüğüm ilk öykü, Amerikalı yazar Walter Mosley’in Crimson Shadow (Kızıl
Gölge) adlı metniydi. Mosley, genellikle yaptığı gibi, bir suç hikâyesi
anlatıyor ve bizi çok iyi bildiği bir yere, Los Angeles’ın yoksul siyah
mahallelerinden birine götürüyordu. Olay, her gün birilerinin cinayete kurban
gittiği bir arka sokakta geçiyor ve bu zor koşullarda hayatta kalmaya çalışan
bir yeniyetme ile hapisten yeni çıkmış orta yaşlı bir adamın tanışmasını
anlatıyordu. Suç, ceza ve pişmanlık gibi konular etrafında dönen küçük ama çok
etkileyici bir hikâyeydi. Hikâyenin kahramanı Socrates Fortlow, daha çocuk
yaşta suça bulaşmış diğer karaktere öykünün bir yerinde şöyle diyordu:
“Peki,
şimdi ne yapacaksın, küçük birader?”
“Neyi
n’apıcam?”
“Bu
durumu nasıl düzelteceksin?”
“Neyi
düzeltecem? Ölüyü diriltebilir mi ki insan? Öldü o.”
Böylece
Socrates’in adına layık bir diyalog başlıyor ve giderek suç ile kefarete dair
bir tartışmaya dönüşüyordu. Öykü açıldıkça anlıyorduk ki, Socrates’in hapiste
bütün bunları düşünecek kadar zamanı olmuştu. Ona göre suç kendi haline
bırakılamazdı. Karşılığında bir şey vermek gerekirdi. Ne verilebileceğine dair
onun da bir fikri yoktu. Ama denemek gerekirdi. Mutlaka denemek gerekirdi. O zaman
belki bir sabah uyanınca gülümseyebilirdi insan. Belki de hiç gülümsemezdi bir
daha. Ama önemli olan bu değildi.
Dedim ya,
güzel küçük bir öyküydü bu. Sınıfa getirdiğime memnun olduğum bir metin.
Öğrenciler öyküyü sevdiler. İyi sınavlar yazdılar. Hatta bazıları sıra dışı
güzellikte yazılar teslim ettiler bana. Ama aralarından biri hiç beklemediğim
bir şey yaptı. Bir gün elinde bir dosya ile kapımda belirdi. Öyküyü Türkçeye
çevirmişti ve bir göz atmamı istiyordu. Karakterler siyahlara özgü İngilizce ile
konuşuyorlardı. Acaba bunu Türkçeye aktarabilmiş miydi? Çeviri tamam olmuş
muydu?
Çeviriye
şöyle bir göz attım. Hiç fena görünmüyordu. Hele ilk kez çeviri yapan biri
için. Bir iki aksaklığı beraberce düzelttik. Yazı çizi işlerinin zorluğu
üzerine azıcık konuştuk. Ama sonra neden böyle bir çabaya giriştiğini merak
ettim. Sosyal sorumluluk projesi kapsamında bir cezaevine düzenli bir şekilde
gidip geldiklerini, bu hikâyeyi okuyunca çok heyecanlandığını ve mahkûmlarla
paylaşmak istediğini söyledi. “Onlar da okuyabilsinler istiyorum” dedi. Bir
metni çevirmek için bundan daha iyi bir gerekçe duymamıştım. Hatta o kadar
hoşuma gitti ki, öğrencim endişeli endişeli “Mosley ne derdi acaba?” diye
sorunca, “Hoşuna bile giderdi” diye cevap verdim. İnsan sevdiği yazarları o
kadar benimsiyor ki, bazen onlar adına konuşabileceğini sanıyor. Saçmalık
tabii. Neyse.
Sonuçta
bu ilginç hikâye, hayal gücü yüksek bir üniversite öğrencisinin eliyle
Türkiye’deki cezaevlerinden birine girmiş oldu. Oradaki çalışmaların birinde
okundu ve tartışıldı. Bana anlatılanlardan çıkardığım kadarıyla, bizim sınıfta
olduğundan çok daha büyük heyecan ve ilgiyle karşılandı. Muhtemelen
bizdekilerden çok daha farklı sorulara yol açtı. Hatta sonunda mahkûmlarla
öğrencilerin birlikte çıkardığı dergide basıldı. Dergiden bana da bir tane
verdiler. Gördüm ki, Mosley’in hikâyesi yerini bulmuştu. Mahkûmların şiirleri
ile çizimleri arasında evinde gibiydi.
Geçenlerde
Mosley’in bir romanı Türkçeye çevrildi: Pek Saygıdeğer Ptolemy Grey.
Yaşlılıktan zihni iyice bulanmış 91 yaşındaki Ptolemy Grey’in ölmeden önceki
son dönemini anlatan bu roman, bizi Mosley’in sevdiği temalardan birine geri
götürüyor: Yaşlı adam ve genç dinleyicisi. Kızıl Gölge’de olduğu gibi, burada
da beklemediği bir anda bulduğu bir genç kadının karşısında bütün ömrünü gözden
geçiren yaşlı bir adamı izliyoruz. Aslında bu ilişkinin bir benzeri, yaşlı
adamın kopuk kopuk hatırladığı gençlik anılarında gizli: Ptolemy de kendi akıl
hocasının, bir zamanlar beyaz efendisini bile soymayı başarmış yaşlı Coydog’un,
söyledikleriyle yaşamış her zaman.
Romanın
bir yerinde buğulu hafızasının içinden kopup gelen bu sözlerden biri şöyle:
“Tanrı başkalarının sana ne yaptığıyla ilgilenmez” diyor Coydog, “Tanrı’nın
merak ettiği senin ne yaptığındır.”
Bunu
duyunca, Kızıl Gölge’de Socrates Fortlow’un sorduğu soruyla belirlenen
özgürlükler ve sorumluluklar alanına geri döndüğümüzü anlıyoruz. Buna pek de
şaşırmıyoruz aslında. Çünkü Mosley suçun sebebinden çok neticesiyle ilgilenir.
Onun dünyasının tanımlayıcı özelliklerinden biridir bu. Hatalar, suçlar,
günahlar kaçınılmazdır. Bizi eninde sonunda yakalarlar. İnsan olarak kaldığımız sürece bunlardan
tamamen arınmış bir hayat düşünmek olanaksızdır. Esas olan bütün bunlarla nasıl
başa çıkacağımız, yani Socrates’in dediği gibi “bu konuda ne yapacağımız”dır.
Mosley’in
yaşlılarla gençleri karşı karşıya getirerek, hayatın başını ve sonunu birbirine
bağlayarak ördüğü hikâyeleri seviyorum. Onların birbirlerinden öğrenmelerine
izin vermesi hoşuma gidiyor. Bütün bu karanlık suç hikâyelerinde umuda yer
açması bana iyi geliyor. İnsan ilişkilerindeki en ince çizgileri bulup
çıkarmaktaki becerisini ve bunları aktarırken kullandığı yalın ve kuvvetli dili
de ayrıca takdir ediyorum. Onun için, diğer bütün romanları gibi, bunu da büyük
zevkle okudum.
Ama bu
kitaptan bahsetmemin nedeni yalnızca bir Mosley romanı olması değil. Benim için
anlamı bundan çok daha büyük. Çünkü Pek Saygıdeğer Ptolemy Grey’i Türkçeye
yukarıdaki hikâyenin kahramanı olan öğrencim Merve Balçık çevirdi. Kitabın
girişinde, onu Mosley’le tanıştırdığım için bana teşekkür ediyor. Asıl ben
teşekkür ederim. Bana zaman zaman unuttuğum bir şeyi, edebiyatın gücünü,
hatırlattığı için. Bir hikâyeyi okumakla yetinmeyip büyüttüğü ve hayata kattığı
için. Almak kadar vermeyi de önemsediği ve bunu kendisinden hiçbir şey beklenmeyen
bir zamanda gönüllü olarak yaptığı için.
Onunla
beraber bir kez daha anladım ki, eğer dünyayı değiştirmiyorsa kitapların pek
fazla hükmü yoktur. Laf aramızda, öğrencilerimden öğrendiğim en müthiş şey de
budur.
5 comments:
neden ''birgunpazar''?
Neden BirGün Pazar'da yazdığımı mı soruyorsunuz?
aslında neden birgunpazar baslıgı altında toplandın diye sormak istemistim ki cevabını buldum:)
filmi var bunun sanırım; Always Outnumbered, Always Outgunned
Post a Comment