BirGün Pazar
Geçen gün
kuzenimle balkonda sohbet ediyorduk. O sigarasını tüttürüyordu. Ben de, bir
süredir sigara içmememe rağmen, onunla birlikte yoldaşlık içinde titriyordum. Buz
gibi havada tek başına nöbet tutmasına içim elvermemişti.
Tam artık içeri
gireceğiz diye düşünürken, sigaranın filtresini sıkıp “çıt” diye bir ses
çıkardı. “Hayırdır,” dedim, “Boğmaya mı çalışıyorsun?” “Yok, böyle yapınca
mentollü oluyor,” diye cevap verdi. Dalga mı geçiyor diye şöyle bir yüzüne
baktım. Bakışımı tanığı için bir gülme tutturdu. “Gerçekten!” dedi bir daha
üsteleyerek. Bu sigara son modelmiş meğer. Sıkınca içinden nane kokusu çıkıyormuş.
“Peki ya sıkmazsan?” diye sordum O zaman da herhangi bir sigara gibi içip
gidiyormuşsun. “Hem öyle hem böyle,” dedi kuzen.
Hiç hoşlanmadım
bundan. Bence sigaranın ne olduğu başından belli olmalı. Hem öyle hem böyle
olmaz. Ya öyle ya da böyle olur. Bir sigara sade midir, mentollü müdür önceden
bilir insan. Sert bir sigarayı tüttürürken, yarı yolda fikrini değiştirip naneye
geçmek de nedir? Suçluluk duygusu mu?
Bunları kuzene de
söyledim. Öfkeli halim onu eğlendirmiş olacak ki, uzun uzun güldü. “Dünya
değişiyor, abla” dedi, “Artık bütün seçimleri birden yapabiliyor insan. Hem de
hemen şimdi.” Bunun üzerine, “çocuk da yaparım kariyer de” şarkısını hatırladık.
Ardından da onu söyleyip gülüşerek salona girdik.
Kuzen bu tespitinde
haklı elbette. Yine de “hem öyle hem böyle” olan şeylere dair şüphe duymaktan
vazgeçeceğimi sanmıyorum. Çok amaçlı eşyalar hiç bana göre değil. Açılınca
yatak olan divanlar, ters yüz edip giyebileceğiniz yağmurluklar, fermuarını çekince
kolları bacakları sökülüp yelek ya da şorta dönüşen pantolon ve ceketler, ne
çok şey vardır böyle. Hiçbirine güvenmem.
Mesele şu ki, her
durumda her işe yarasın diye tasarlanmış bu eşyalar, hiçbir halde bir şeye
benzemezler genellikle.
Pantolondan dönme
şortlar bir derece de, ne yatak ne de divan olmayı başarabilen bir çekyata
insan nasıl saygı duyabilir? Bir düşünün. Sırtınızı yaslamaya kalksanız
beceremezsiniz. Çünkü rahat bir kanepenin doğal eğimine sahip değildir. Yatak
olarak kullanmaya kalksanız, oturağı ile sırtının birleştiği yerdeki boşluk
tadınızı kaçırır, ya da nereden peyda olduğunu anlayamadığınız gereksiz bir
çıkıntı oranıza buranıza batar. Ben bunların aniden katlanıp adam yutanını bile
gördüm, inanmazsınız.
En kötüsü de, on
sekiz değişik şekilde bağlayabileceğiniz (bunların resimli grafikli tarifleri
de olur) ipli kuşaklı bluzlardır. Yanılıp da bunlardan bir tanesini almaya
karar verdiyseniz, elinizde önünü arkasını kestiremediğiniz eşarp kılıklı bir
bez parçasıyla kalakalırsınız. Bağlamayı deneseniz bir türlü: İplere dolanıp boğulma
tehlikesi var. Vazgeçip çekmeceye koymaya kalksanız başka türlü: Neresinden
tutup da katlayacaksınız? Hadi diyelim ki katladınız, bir dahaki sefere onu bir
bluz haline getirmek mümkün olacak mı? Bir bluzu bluz yapan şey nedir, diye
düşünmeye başladığınızda ise işler çoktan şirazesinden çıkmış olabilir. Bu
konuda dikkatli olmanızı öneririm.
Demem o ki, aynı
anda birçok şey olmaya aday nesneler, genellikte hiçbir şey olamayanlardır. Neresinden
tutsanız elinizde kalırlar.
Bunları
düşünürken benim kuzenin söylediği aklıma geldi: Artık seçmek gerekmiyor,
demişti. Ne kadar doğru söylüyor, dedim kendi kendime. Aynı anda her şeyi
birden isteyen genç insanlarla çok sık karşılaşıyorum artık. Hiçbir yoksunluğa
tahammülleri yok. Onlara seçmeleri gerektiğini söylediğinizde öfkeleniyorlar.
Bütün dünyayı aynı anda istiyorlar. Hem de hemen şimdi.
Geçenlerde bir
öğrencime, bu kadar çok sayıda ve ağır programı olan dersi aynı anda almamasının
daha akıllıca olacağını anlatmaya çalıştım. Bırakın evde yapacağı hazırlığı, o
kadar ders saatiyle baş etmek için bile insanüstü bir performans sergilemesi
gerekiyordu. “Hepsini almam lazım,” dedi bana. Çünkü aynı anda hem dil
öğrenmek, hem sanat okuluna gidecek malzemeyi biriktirmek, hem de geleceğini maddi
olarak garanti altına alacak hamleleri yapmak istiyordu. Yani hem bohem bir
hayat yaşayacak, hem de gerekirse bankacı falan olup çok para kazanacaktı. “Bunlar
ne zamandır birlikte yapılabiliyor?” diye sordum ona. Çünkü benim zamanımda bu
iki yaşam biçimi karşılıklı olarak birbirini dışlayan anlayışlar sayılırdı.
Sanatçı olacaksanız, aynı zamanda iş kadını olma hayalleri de kurmazdınız.
Oysa şimdi
anlıyorum ki, herkes daha başından çok satacak işler yapmanın hayalini kuruyor.
Bunda ilk bakışta bir fenalık yok tabii. Neden olsun ki? Sanatçı dediğin de
yaşayacak ve yaptığı işle para kazanacak. Ama hiçbir eksikliğe, yenilgiye ya da
sıkıntıya tahammülü olmayan bu genç insanların uğrayabileceği hezimeti
düşündükçe ürküyorum. Bu çocukların arasında başarılı olanlar da olacaktır
elbette. İyi ihtimalle sanatla da uğraşan iş adamları ve kadınları çıkacaktır
onlardan. (En iyi ihtimalin bu olması da ayrı bir felaket tabii ama neyse.)
Kötü ihtimalle ise, kendinden aynı anda birçok şeyi birden beklediği için
hiçbirini gerçekleştiremeyen ve bu nedenle mutsuz olan bireylerle
karşılaşacağız.
Çocuklarımız,
onların çocukları böyle derin bir düş kırıklığı içinde yaşayacaklar.
Bunun yanında ara
sıra nane tadı veren bir sigara nedir ki?