28 Ekim 2012
Üniversitedeki ilk
öğrencilerim artık otuzlu yaşlara geldiler. Otuz yaşında olmak zordur. Bir ipi
bırakıp bir başkasını tutmak gibidir bazen. Her zaman dengede duramaz insan.
Benim
öğrencilerden bazıları da havada kalmış olsalar gerek ki, şu aralar göçmen
kuşlar gibi etrafımda uçuşuyorlar. Biri geçen gün bana şöyle dedi: “Hocam,
kendimi bir roman karakteri gibi hissediyorum.” “İyi ya!” diyecek oldum, susturdu
beni. “Yok öyle değil,” diye atladı hemen. “Ben başarısız bir roman
karakteriyim. Kitabın ortasına geldik, hâlâ bir numara yok.” Kendinden ne tür
bir numara bekliyorsa artık, bir müddet sessizce oturdu. Sonra da fırlayıp
gitti.
Aynı hafta
içinde, kendine has karakteriyle beni hep gülümsetmiş olan bir başkası şunu
söyledi: “Siz beni harika biri zannediyorsunuz ama öyle değilim. Sizi bile
hayal kırıklığına uğrattım.” Bunun üzerine oturup bir güzel ağladı. Ağlayana
hiç dayanamam. Hele sevdiğim biriyse. Dolayısıyla, ikinci kupleden sonra ben de
ona eşlik ettim.
Bir diğeri de
beni ziyaret etmek için okula kadar gelip, “Hepimiz öleceğiz!” dedi ve gözlerini
açıp bana uzun uzun baktı. “Bir çay daha ister misin?” dedim ben de.
Gençliğin sona
ermesi hüzünlüdür. Bu konuda benden beklenen kılavuzluğu yapabiliyor muyum, emin
değilim. Üstelik kendi gençliğimle daha yeni yeni vedalaşabilmişken. Yine de
her birini gönülden sevdiğim bu genç insanların bana anlatmaya çalıştıkları
şeyi anladığımı düşünüyorum.
Gençken sınırsız
olasılıklarla dolu bir dünyada yaşadığımıza inanırız. Gitmediğimiz bütün yollar
hâlâ açık bir şekilde önümüzde durmaktadır. Hayat sürprizlerle doludur ve bizi
beklemektedir. Ancak öyle bir gün gelir ki, bir şeylerin ortasında olduğumuzu
hissederiz. Artık olayların başladığı yerde değilizdir. Sonsuz zamanımız
yoktur. Seçmediğimiz olasılıkların silikleşip yok olduğunu, gitmediğimiz
yolları bir daha asla yürüyemeyeceğimizi anlarız. Önümüzde daha önce farkına
varmadığımız bir ufuk çizgisi belirir. Bunu düşündükçe irkiliriz.
Kendi
sonluluğumuzla yüzleştiğimiz andır bu. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Dünyanın
artık bize ait olmadığı hissine kapılırız. Okulda oturduğumuz sıraları
başkaları doldurmuştur. Parklarda başkaları dolaşmaktadır sevgilileriyle. Bizim
zamanımız geçmiş gibidir. Tanıdık yüzler birer birer yok olur. Başarılarımız,
küçük kazanımlarımız önemsizleşir. Acaba bir şeylere geç mi kalmışızdır? Acaba
bir şeyleri eksik mi yapmışızdır?
“Hiç Gitmediğim
Yer: Kahramanın Yolculuğu” adlı kitabında Thomas Van Nortwick, Gılgamış’a
olanın tam da bu olduğunu söyler. Efsaneye göre, Uruk Kralı Gılgamış yakın
dostu ve kardeşi saydığı Enkidu’nun ölümüyle derinden sarsılır. Günlerce
arkadaşının ölüsünün başında bekleyip onun kendisiyle konuşmasını bekler. Ancak
Enkidu karanlığa karışmıştır, bir daha geri dönmeyecektir. Sayısız zaferler kazanmış,
tanrılara kafa tutmuş ve o ana kadar sonsuz olduğunu düşündüğü gücünün tadını
çıkarmış olan bu büyük kahraman, böylece “sınır”la tanışmış olur. Enkidu’yu
geri getirmek mümkün değildir. Üstelik, ölüm denen bu felaket belli ki onun da
başına gelecektir. Bunun üzerine, Gılgamış sahip olduğu her şeyi bir kenara
bırakır, ölümsüzlüğün sırrını aramak üzere sonunu kestiremediği bir yolculuğa
çıkar.
İşte bu yolculuğa
orta yaş krizi diyoruz. Yani bir açıdan bakınca öyle.
Yolculuğun
sonunda ölümsüzlük yoktur. O, bize verilmemiştir. Onun yerine teselli ödülü
olarak elimize tutuşturulan şudur: Hayatın ortasına geldiğimizde, sınırlarımızı
görmüş, neyi yapıp neyi yapamayacağımızı daha iyi anlar olmuşuzdur. Artık kim
olduğumuza dair bir fikrimiz vardır. Yirmili yaşların sersemliği ve bulanıklığı
dağılmış, görüş mesafesi artmıştır. Böylece yepyeni bir farkındalık kazanırız.
Nortwick bunun
için şöyle diyor: “Artık neysek oyuzdur; ne yapabileceksek sadece onu yaparız. Kendimizi
ya da başkalarını, eksik kalmış tanrılar gibi görmek yerine, kusurlu ama gerçek
insanlar olarak algılarız.”
Bu kabulleniş,
acı verici olsa bile, duygusal olgunluğa ulaşmak için gereklidir. Çünkü bunun
gerçekleşmediği koşulda, kendimizi asla olduğumuz gibi bilemeyiz. Bundan sonra
yürüyeceğimiz yolları seçemeyiz.
Halbuki bir şeyin
ortasına geldiyseniz eğer, daha gidilecek yollar var demektir. Hâlâ bir takım
olasılıklar durur önümüzde. Bunlardan seçip ayıklayıp hayatımızın geri kalanını
ortaya çıkarmamız gerekir.
O zaman bu
bilgiye kucak açmakta fayda vardır. Ölümsüzlükle boy ölçüşemez belki. Ama yine
de işe yarayabilir.
4 comments:
Otuzu yaşlarının ortasından sonra insan bu durumla barışmayı öğreniyor, bir bakıyor ki ağzından şöyle cümleler dökülüyor: sanki kendimi daha çok seviyorum ya da artık ne yapmak istediğimi biliyorum.
Hele bir de çocuk varsa, mecburen o büyürken sen de büyüyorsun:)
Sevgiler
Yaş ilerledikçe yapman gereken seçimlerde azalıyor ve geçmişte yaptığın seçimlerin sonuçlarını yaşıyorsun. Her bir seçim ya da tercih bir stres nedeni olduğu için aynı zamanda stresinde azalıyor, rahatlıyorsun:)
sizi öyle çok seviyorum ki, söylemeden geçemeyeceğim.
Teşekkürler, Betül. Umarım hak ediyorumdur.
Post a Comment