Wednesday, February 09, 2011

Dünyayı 'şaşırtan' on gün



BirGün
6 Şubat 2011

Mısır’daki halk ayaklanması başladığından beri aklımda hep aynı sahne var. John Reed’in ‘Dünyayı Sarsan On Gün’ adlı kitabından Sergei Bondarchuk’un aynı adla uyarladığı filmin belki de en meşhur sahnesi. Hani şu Marksist öğrenci ile işçinin tartışmasını hikaye eden sahne. Öğrenci işçiyi karşısına almış uzun uzun anlatmaktadır. Onun kendi kardeşlerine ve memleketine karşı ihanet içinde olduğunu söylemektedir. Lenin’in Alman ajanı olabileceğini, Bolşevik ayaklanmasının gerçek devrimi tehlikeye attığını iddia etmektedir. İşçi ise öğrenci kadar eğitimli ve bilgili değildir. Ama bir meseleyi belli ki çok iyi anlamıştır. Öğrencinin bitmez tükenmez sorularından fırsat bulduğunda hep aynı şeyi söyler: “İki sınıf vardır: Burjuvazi ve proleterya. Sen hangisinden yanasın?”

‘Dünyayı Sarsan On Gün’ü üniversite öğrencisiyken seyretmiştim. Bir arkadaşımla gitmiştik filme. Çıkışta bu sahneye dair ateşli bir tartışma yaşandığını hatırlıyorum. Ben hayatı anlamak için bu bilginin yeterli olmadığını söylüyordum. Filmde insanların tek tek hikayelerine pek fazla yer verilmemişti. Kalabalık sahneleri ve görkemli görüntüleriyle meşhur bir filmdi. Bu yaklaşımın filmin her yerine sızdığına ve olaylar gibi insanların da biraz kaba hatlarla çizildiğine inanmıştım. Arkadaşım ise, o kaba hatların gerekli olduğunu, çünkü tarihin bazı anlarında hayatın böyle bir seçimden ibaret kalacağını söylüyordu. Ona göre devrim olduğunda tereddüte yer yoktu. Harekete geçebilmek için hangi tarafta olduğunu bilmek yeterliydi.

O zaman ikna olmamıştım. Uzun uzun konuştuğumuzu hatırlıyorum. Oysa, Mısır’daki ayaklanma ile birlikte bu seçimin ne kadar önemli olduğundan başka bir şey düşünemez oldum. Yapılan bütün yorumlar, yazılıp çizilenler tam da bu noktada bağlanıyor gibi geliyor bana.

Mısır’daki ayaklanmayı yeterince ‘medeni’ yeterince ‘beyaz’ bulmayanlar, şu ana akılları neredeydi deyip Mısırlıları gecikmiş bir devrimin neferleri olmakla itham edenler, ya da bu halk isyanının sağlam bir ideolojik temel üzerine oturmadığı için Müslüman Kardeşler tarafından ele geçirilip İslami bir rejimle sonuçlanacağından korkanlar, hepsi aynı küçük ama önemli detayı kaçırıyor olabilir mi?

Bunların tümü mümkün elbette. Buna bir itirazım olamaz. Evet, Mısırlılar otuz senedir totaliter bir düzen altında yaşamış ve bu vakte kadar pek de seslerini çıkarmamışlardır. Ya da bu isyan yolundan sapabilir. Kuvvetle muhtemeldir ki, dönemin baskın siyasi hareketi bu ayaklanmayı ele geçirecek ve onun kendisinin kılmak isteyecektir. Siyaset budur. Hep böyle işlemiştir.

Bütün bunları beğenmesek de, bu ayaklanmaya ‘ideolojisiz’ diyemeyiz. Bizi anlatmıyor diye, biz bu isyanın alacağı şeklin içinde beğeneceğimiz bir köşe bulamayacağız diye, böyle bir ayaklanmaya yön verebilecek kadar güçlü olamadık diye, onu karalayamayız, küçümseyemeyiz. Özgürlük ve adalet talebi ile ayaklanan insanlara bir avuç çapulcu muamelesi yapamayız.

Bu isyanın ideolojisi ‘Dünyayı Sarsan On Gün’deki işçinin söylediği kadar basittir. Bir tarafta diktatörlerle para babaları vardır, öteki tarafta da açlıkla yüz yüze kaldığı için ayaklanan halk. Hangisini seçeceğimize ‘pardon, sizin eğitiminiz neydi?’ diye sorarak karar verirsek, ayıp etmiş olmaz mıyız?

'Dünyayı Sarsan On Gün'de işçi ile öğrencinin tartışması şöyle sonlanır. Öğrenci konuşur da konuşur, bir dolu şey anlatır, olayın sanıldığından çok daha karmaşık olduğunu işçiye aktaramadığı için gitgide öfkelenmektedir. Sonunda “sen cahilin, köylünün tekisin” der ona, “devrimden ne anlarsın ki?” İşçi ise kendinden emindir. Hiç sinirlenmez. Sıra ona gelince der ki: “İki sınıf vardır. Birinden yana değilsen, ötekinden tarafsın.”

Bence sokaklara dökülen Mısır halkının bize söylediği de budur. Onlara akıl öğretmek yerine seslerine kulak verirsek duyabiliriz belki.

No comments: