10 Mart 2013
Çocukken dönüp
dönüp yeniden okuduğum kitaplardan biri “Küçük Kadınlar”dı. Bu herhalde
beklenen bir kız çocuğu davranışı olsa gerek ki, herkes bu durumdan memnun
görünüyordu.
Bunun üzerine,
serinin ikinci kitabı olan “İyi Hanımlar”ı da okudum. Fakat ilk roman kadar
beğenmedim onu. Kitap dedemin kütüphanesinden çıktığı için dili çok eskiydi.
Hatta “İyi Zevceler” adı altında çevrilmişti. O nedenle biraz mesafe almış
olabilirim. Ama bence daha önemli bir mesele vardı: Bu romanda herkes sürekli
evlenip duruyordu. Sevgi ve hayranlıkla bağlı olduğum Jo March bile. Bense
sadece on bir yaşındaydım ve bu durumu tahammül edilmez buluyordum.
Üniversitede bir
arkadaşıma ilk rol modelimin Jo March olduğundan söz etmiştim. Dört kız
kardeşin içinde kendime en yakın bulduğum kişi oydu. Dünyaya duyduğu merak,
“kibar bir genç hanım” haline gelmenin fikrine bile dayanamıyor olması, edebiyatla
kurduğu sıkı fıkı ilişki gibi birçok ortak yönümüz vardı. Benim gibi yazar olma
hayalleri kuruyordu. Tavan arasında pencereye oturup elma yemesinde bile kendimden
bir şeyler buluyordum. “Evet Jo,” dedim arkadaşıma, “Benim karakterim oydu.”
Arkadaşım akıllı
bir kızdı. “Herkesinki odur zaten,” diye cevap verdi gülerek. “Başka kim
olacaktı ki? Meg çok geleneksel ve sıkıcıdır. Beth o kadar iyi kalplidir ki,
gencecik ölmesi gerekir. Amy ise süsünden püsünden yanına varılamayacak kadar
kokettir.” Haklıydı tabii. Hepimiz elma yiyerek kitap okuyan küçük kızlardık.
Kendimizi Jo March ile birlikte hayal etmemizden daha doğal ne olabilirdi? Hem
belki yazarın istediği de buydu.
Jo March, birçok
kaynağın da ifade ettiği gibi, Louisa May Alcott’un ta kendisidir aslında. Onun
için belki de kendi karakterini hikayenin merkezine koymuş olmasını
yadırgamamalıyız. Alcott da kızlarla dolu bir ailede büyümüştür, edebiyat sever
bir ailenin çocuğudur. O da haksızlıklara tahammülü olmayan ve özgürlüğünden
taviz vermeyen bir kadındır. Kadın hakları ve köleliğin kaldırılması
mücadeleleri içinde aktif olarak yer almasına hiç şaşırmayız mesela. Bir yandan
aile bütçesine katkıda bulunabilmek için öğretmenlik, hemşirelik, dadılık,
temizlikçilik gibi işler yaparken, bir yandan da yazarlık hayalinden hiç
vazgeçmemiştir. “Küçük Kadınlar” ve onu takip eden üç devam kitabının yayınlanmasından
sonra iyice meşhur olduğunda, bu başarıyı çoktan hak etmiştir aslında.
Nesiller boyu
“hanım hanımcık” olma fikriyle barışamayan kaç kız çocuğu, Jo ile birlikte
tavan arasındaki o pencerenin içine oturmuş ve başka bir dünyanın hayalini
kurmuştur? Benim gibi kim bilir kaç çocuk, anneleri onların arkasından “Küçük
adımlarla yürü!” diye seslenirken, ama Jo olsa koşardı diye düşünmüştür.
Jo’yu bu kadar
ilginç yapan nedir? Geleneksel kadınlık rollerini reddetmesi mi?
Jo’nun bu
cinsiyet rolleriyle bir derdi olduğu bellidir. Çocukluktan kadınlığa geçiş
dönemini anlatan ilk kitapta erkek olmadığı için sık sık hayıflandığına şahit
oluruz. Josephine olan ismini kısaltıp Jo yapmıştır. Babası onu şakayla karışık
“oğlum Jo” diye sever. Hatta arkadaşı Laurie bile ona arada bir “sevgili dostum
Jo” diye hitap eder. Romanın bir yerinde ablası Meg, artık genç bir kadın
olduğunu ve saçına başına dikkat etmesi gerektiğini söylediğinde, Jo birdenbire
patlar: “Hanımefendi
falan değilim. Eğer saçlarımı toplamak beni o hale sokacaksa, ben de yirmi
yaşına gelene kadar iki örgü yapar öyle dolaşırım. Büyümekten, Küçükhanım March
olmaktan, uzun elbiseler giyip porselen bir biblo gibi köşede durmaktan nefret
ediyorum.”
Önce bunun sadece
Jo’nun tam bir “Erkek Fatma” olmasıyla ilgili olduğunu düşünürüz. Öyledir de.
Ama bundan çok daha fazlasıdır aslında.
Jo, büyüdüğünde iyi bir şeyler yapmak ister, dünyayı değiştirecek bir
şeyler: Bir roman yazmak gibi mesela. Ve bunu geleneksel kadınlık rollerinin
içinde kaldığı müddetçe yapamayacağının farkındadır. Yapacağı her ne ise, bunun
evlenmekle, güzel kılıklar giyip ortalıkta salınmakla ve bir eve sıkışıp
kalmakla ilgisi olmamalıdır.
Jo bunlardan
fazlasını talep eder. Büyümeyi, değişip dönüşmeyi ve dünya ile ilişkisi içinde
kendini tanımayı ister. Bu anlamda gerçek bir oluşum romanı karakteridir. Ne
var ki, o dönemde romanların merkezinde duranlar kadınlar değildir. Onlar olsa
olsa yan karakter olabilirler. Birkaç istisna dışında, o yıllarda böyle bir
yolculuk ve onun getireceği dönüşümü anlatan hikayelerin kahramanları hep
erkeklerdir. Dünya onlarındır çünkü. Gerçek hayatta olduğu gibi kurguda da
böyledir bu.
Halbuki Jo
dünyayı ister. Romanın içinde bir kişi olarak kendisi için, romanın ötesinde
bir sembol olarak ise bütün kadınlar için. Mesele budur.
Louisa May Alcott hiçbir zaman evlenmez. Hayatını yazmaya
ve kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi için yürütülen siyasi mücadeleye adar.
Öldüğünde bu mücadelenin önde gelen isimlerinden biri haline gelmiştir.
Kitapları ise Amerika’nın her yerinde okunmakta ve birçok genç insana ilham
vermektedir.
Onları etkileyen
Jo’nun hikayesidir. Çünkü Alcott’un cesur, hevesli ve neşeli karakterine
kayıtsız kalmak mümkün değildir. Çünkü Jo March, dünyaya karşı dinmek bilmez
bir merakla ve istekle doludur. Ama yazar onu kitabın sonunda bir eş ve anne rolüne
yerleştirmeyi tercih eder. Böylesi çok daha kolay kabul edileceği için mi?
Yoksa gerçek hayatta tecrübe etmediği bir durumu, kurgulamaktan hoşlandığı için
mi? Bunları hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Yine de Jo’yu
sevmekten hiç vazgeçmeyiz. Kitaplar boyu bağlı kalırız ona. Çünkü hala aynı
harika insandır. “Jo’nun Çocukları”nda görürüz ki, güzel çocuklar
yetiştirmiştir. Dünyayı değiştirecek çocuklar. Ama yine de içimiz şöyle bir
burkulur. Çünkü gençliğinde hayal ettiği hayatı süremez.
Halbuki o dünyayı
çoktan hak etmiştir. En az annelerimiz kadar.
3 comments:
Arkadaşınız ne doğru söylemiş. Sanırım Küçük Kadınları ya da 'Jo'yu çok sevince devamını okurken ister istemez bir hüzün oluyor. İyi Zevceler bir derece yine, Küçük Erkekler ve Jo'nun Çocukları'nın o ruhtan çok uzaklaştığını düşünüyorum.
Bu güzel yazı için teşekkürler.
Mide ağrıları ile boğustuğum sıkıcı bir otobüs yolculuğunda bu yazı ilaç gibi geldi . Ne zaman bir arkadaşımla "Küçük Kadınlar" üzerine konuşsak konu Jo ' da kitlenirdi. Jo kadar dürüst ve fedakar olamasak da hepimiz Jo' ya en çok benzeyen olmak isterdik , Amy''nin burnuna mandal takıp uyumasıyla alay ederek . Yazar hakkında hiç bir bilgim yoktu bu yazıyı okuyunca yapbozun parçaları birleşti kafamda :)
"küçük kadınlar" kitabını okumadım ,şu filmi yapılan dizi de bundan çevrilmemiştir umarım..
bu sıralar nerde bi kitap orda dizisi filmi yapılır oldu..
bence kitaptaki halleri hiç bozulmamalı karakterlerin..
Post a Comment