BirGün Kitap
30 Mart 2013
Jacques Derrida, Ulysses’i değerlendirirken, Joyce’un romanının Batı düşüncesinin
gelip dayandığı sınıra işaret ettiğini söyler. Derrida’ya göre, felsefede Hegel’in
Fenomenoloji’si ne ise, edebiyatta da Ulysses
odur: Yani insan deneyiminin tümünü tek bir solukta ifade etmeye yönelik
“devasa bir teşebbüs”tür.
Bana kalırsa Derrida bunu söylerken, Ulysses’in saygıdeğer bir çabanın ürünü
olduğuna işaret etmekle beraber, bu romanda delice bir şeyler olduğunu da ima
ediyordu. Sonsuz çağrışımlar, sayısız gönderme ve anıştırmalar, akıllara zarar
kelime oyunları ve dilsel cambazlıklarla dolu bu roman, gerçekten de aklı
başında birinin (mesela Henry James’in) yazacağı türden bir kitap değildir.
Aslına bakarsanız Ulysses, insanın ancak çocukken sahip olacağı türden bir inadın
ürünüymüş gibi gelir bana hep. Romanın tümünde, bir yeniyetmenin yalnızca dünyaya
dair her şeyi kayda geçirme hevesi değil, günbegün uğraşarak oluşturduğu bu
hayat ansiklopedisiyle duyduğu gurur da hissedilir. Futbolcu kartlarını, çocuk dergilerini,
dünya atlasını, gazoz kapağı koleksiyonunu önümüze serer gibi davranır bazen,
Joyce. Bütün o oyunculuğu ve mizah duygusu da bence bu çocuksu (“her dem taze”
mi demeliyim?) heyecanından gelir. Her olasılığın peşinden koşar, her ayrıntıyı
açıklamaya çalışır ve kimi zaman sonsuz gibi görünen listeler ve kataloglarla
sabrımızı denemeye kalkar.
Elbette Ulysses
bütün bunlardan ibaret değildir. Bir başka açıdan baktığımızda, müthiş
incelikli, ölçülü ve yer yer neredeyse lirik bir metinle karşı karşıya
olduğumuzu görürüz. Ancak, Joyce’un romanında, dünyanın tümünü aynı anda
anlamak ve bilmek isteyen açgözlü bir anlatıcının varlığı inkar edilemez. Bu
anlatıcı, bizimle durmadan oynar ve metnin sınırlarını zorlar. Aslına bakılırsa,
aklın sınırlarını da zorlar – ki herhâlde Derrida’nın da kastettiği budur.
Joyce’un romanında, dünyanın bütün tecrübesini bir
bütün olarak ifade etme arzusuyla birlikte, bunu yapmanın olanaksızlığı da dile
gelir. Dünya bunun için fazla büyük, fazla zengin ve fazla karmaşıktır. Onun
için, bu çabanın yazıya dökülmesi bile romanı komik bir roman hâline getirmek
için yeterlidir. Sonsuz bir arzuyla dünyayı yeniden ve yeniden kataloglayıp
tanzim etmeye çalışan bir anlatıcı ile, kendini bir türlü ona teslim etmeyen
dünyanın ilişkisi gülünçtür çünkü. Joyce bunu kazara değil, bilerek yapar gerçi.
Bu çabanın altını çizerek onun olanaksızlığını bir kez daha göstermek ister
bize.
Gerçekçiliğin ne olduğu sanatta her zaman
tartışmalı bir meseledir. Picasso’nun bile kendisini gerçekçi bulduğu
düşünülürse, son tahlilde buna karar vermek zordur hakikaten. Fakat edebiyatta
bir akım olarak düşündüğümüzde, Joyce’un kendinden önce gelen gerçekçi
yazarların çizdiği sınırlarla oynadığını, onlara yeni boyutlar kazandırdığını
ve hayatın (ya da onun bir kısmının) bir çerçeve içine yerleştirilip temsil
edilebileceğine inanan bu dünya görüşünü tiye aldığını, nesnesine tümüyle hakim
olabileceğini iddia eden bu kontrolcü zihinle alttan alta dalga geçtiğini
söylemek mümkündür.
Klasik romanın yazarı, akşam eve geldiğinde
sürekli ışıkları söndüren bir baba gibidir. Bir takım odalarda ışık yanmasını
gereksiz bulur çünkü. “Lütfen makul ol,” der size, “Mutfağın lambasının
yanmasına gerçekten ihtiyaç var mı?” Gerekli olanı gereksiz olandan ayıran ve sadece
o anda işini görecek malzemeyi kullanan bir anlatıcıdır bu. Düşünceler belli
bir amaca yöneliktir, detaylar ise ancak bir resmi tamamladıkları sürece
anlamlıdır. Oysa, Joyce bütün odalardaki bütün ışıkları yakmak ister. Bir düşünceyi
bütün çağrışımlarına kadar takip etmeye niyet ettiği gibi, bir görüntüyü de bize
aynı anda bütün perspektiflerden göstermeyi dener. (İtalyan roman kuramcısı Franco
Moretti, çok doğru bir tespit yaparak, bunun dilde bir tür kübizme yol açtığını
söyler.) Fakat bir nesneyi görebileceğimiz sonsuz sayıda bakış açısı vardır ve bunların
hepsini aynı anda okuyucuya göstermek mümkün değildir. İşte Ulysses’de bunun yarattığı acıklı ve gülünç
durumlar hep el eledir. Olaylar birbirine halkalanır, çağrışımlar sarmallar
oluşturur, listeler ve kataloglar uzar gider. Ama anlatıcı değişik ses ve
üslupları deneyerek yorulmak bilmeksizin sayfalarca devam eder.
Dolayısıyla, bu romanın bir tür deli işi olduğunu
söylemek mümkündür. Joyce da çılgının tekidir zaten. Bence aynı yargı, kitabın
çevirmenleri için de geçerlidir. Akıllı adam gidip Ulysses’i çevirmeye kalkmaz. Kendine boyutları da içeriği de daha
az talepkâr olan başka bir metin bulur, oturup onunla uğraşır. Edebiyat âleminde
pek söylenmeyen ama bilinen bir gerçektir bu.
Fakat bu mesaj herkese ulaşmamış olsa gerek ki, geçenlerde
Joyce’un romanı Türkçede bir kez daha basıldı. İlk kitap, Yapı Kredi
Yayınları’ndan Nevzat Erkmen’in çevirisiyle çıkmıştı. Yeni çeviri ise Armağan
Ekici’nin elinden çıkmış ve Norgunk Yayınları tarafından basılmış. Her iki
çevirmeni de tebrik etmek gerekiyor bu kadar meşakkatli bir işe soyundukları
için. Nevzat Erkmen’in çevirisini daha önce almış ve okumuştum. Onun
yaklaşımını çok sağlam ama bir o kadar da akademik bulduğumu hatırlıyorum.
Armağan Ekici’nin çevirisi ise daha akıcı ve eğlenceli göründü bana. Belki de
bu nedenle biraz daha kolay ısındım yeni çeviriye.
Halbuki başında hemen okuyamadım yeni Ulysses’i. Arada bir karıştırmakla
yetindim. Önce şüpheyle, ardından gitgide artan bir ilgiyle. Sonra geçen gün
bir de baktım ki, romanı gerçekten okuyorum. Hem de Türkçesinden. Üstelik
kafamda birtakım eşleştirmeler yapmak zorunda kalmadan, “bu kitabın
İngilizcesini biliyorum da, o sayede anlıyorum olup biteni” diye düşünmeden.
Armağan Ekici dikkatli ve özenli bir çevirmen.
Bunlar çeviri için gereklidir elbette. Ama Ulysses
gibi bir romanı çevirmek için yeterli değildir. Bundan çok daha fazlası
lazımdır. Ne mutlu ki, Ekici bu romanı çevirmek için gereken hayal gücüne de
sahip. Yeni sözcükler icat etmek, dille karmaşık oyunlara girmek, belli ki
hoşlandığı şeyler arasında. Yeni yetme bir oğlan çocuğunun dünyaya duyduğu
merak demiştik, Ekici’de bundan da gani gani var bence. Tek bir ayrıntı için on
iki tane ansiklopedi karıştıracak, hatta bütün gününü kütüphanede geçirecek
birine benziyor. Joyce’a Ulysses’i
yazdıran heyecandan olduğu kadar sebattan da payını almış yani.
Onun için, başka çevirmenlerin elinde dağılıp
dökülebilecek “Sirenler,” “Circe” ve “Ithaca” gibi kimi zor bölümler, Armağan
Ekici’nin çevirisinde orijinal metne yakın bir doğallıkta akıp gidiyor, rahatça
okunuyor.
Rahatça diyorsam da, bu sizi yanıltmasın. Ulysses, çevirmene olduğu kadar
okuyucusuna da meydan okuyan bir romandır. Okurken kimi zaman sizi yoracak,
bezdirecek ve hatta kızdıracaktır. Ama onun için harcadığınız bütün emeklere
değecektir. Zor bir sevgili gibi, eğer kaprislerini çekebilirseniz, sizi daha
önce hiç karşılaşmadığınız yoğunlukta bir aşkla ödüllendirecektir.
Norgunk Yayınları’ndan Armağan Ekici çevirisi ile
çıkan Ulysses’in Türkçede yeniden
basılmasının, başta James Joyce hayranları olmak üzere bütün edebiyat-severler
için büyük bir haber olduğunu söylemeye gerek yok. Yazarın daha önce Türkçeye aktarılmış
kitaplarını, Dublinliler’i ya da Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi’ni,
okumuş ve beğenmiş olanlar için artık yeni bir maceranın kapıları açılıyor.
Ulysses, bütün ihtişamı ve eğlencesi ile, onları
bekliyor.
ULYSSES, James Joyce,
Çev. Armağan Ekici, Norgunk Yayınları, 2012.
No comments:
Post a Comment