BirGün Pazar
28 Temmuz 2013
Devam filmleri,
seri romanlar, üçlemeler… Bütün bunlar bende bir kaşıntı uyandırır. Merak ve
endişeden oluşan bir kaşıntıdır bu.
Sevdiğim bir
filmin devamını görmek istediğimden hiçbir zaman yüzde yüz emin olamam. Aynısı
romanlar için de geçerlidir. Hayal kırıklığına uğramaktan korkarım. Yazarlar da
benzeri bir hisle dolu olmalı ki, edebiyat tarihi ikinci kitabını hiç bitirememiş
romancılar, bir türlü tamamlanamamış seriler ve birinci ciltten sonra yavaşlayıp
dağılmış üçlemelerle doludur.
Onun için seri
romanlardan her ne kadar hoşlansam da, onlara elimi atmadan önce şöyle bir
duraksarım: Ya birincisi kadar iyi değilse? Bu soru lanetli bir fısıltı gibi
insanın zihninin bir kenarında durur. Eski arkadaşlarla yeniden buluşmak neden
zorsa, devam romanı okumak da aynı sebeple risklidir. Senaryo farklı olsa da
bir şeyler fena halde tanıdık gelir. Ve bu her zaman iyi bir şey olmayabilir.
Alper Kamu maceralarının
ikinci kitabı olan “Cehennem Çiçeği”ni de bu hislerle aldım. Alper Canıgüz’ü
ilk kitabı “Tatlı Rüyalar”dan beri yakından takip ediyorum ama, itiraf
etmeliyim ki, bu hikayenin bende ayrı bir yeri var. Canıgüz’ün çocuk karakteri Alper
Kamu’ya bir sabık okuyucunun sarsılmaz sadakatiyle bağlıyım. Onun için, uzun
süredir çıkmasını bekliyor olmama rağmen, romanı alır almaz okuyamadım.
Ertelenen bir buluşmanın heyecanı ile bir süre yanımda taşıdım durdum. Sonunda
geçen hafta, serin ve rüzgarlı bir öğle sonrasında divanın üzerine kurulup
hepsini bir solukta okuyuverdim.
Romanı bitirdiğimde
akşam olmuştu. Üzerime bir türlü kurtulamadığım ağır bir melankoli çökmüştü.
İçeriden adımın seslenildiğini duydum. Hiç aldırmadım. Hala okuduğum kitabın
etkisi altındaydım. Neden bunu yaşamama izin verilmiyordu? Düpedüz kızgındım.
Galiba biraz da sinirlerim bozulmuştu. Çünkü beş yaşındaki bir roman
karakterine aşık olmuştum ve bu konuda ne yapacağımı bilmiyordum.
Sabık okuyucuyken
sapık okuyuculuğa terfi ettim, dedim kendi kendime. Bir bu eksikti!
Ne var ki, Alper
Kamu’ya kayıtsız kalmak olanaksızdı. Serinin ilk kitabı olan “Oğullar ve
Rencide Ruhlar”ı okuduğumda, benzersiz bir karakterle karşı karşıya olduğumu zaten
biliyordum. Çelimsiz çocuk bedeninde orta yaşlı bir erkeğin ruhunu taşıyan bu
lanetli karakteri o zaman da sevmiştim. Ama o zaman ilişkimiz bu seviyede
değildi. Ancak ikinci kitabı okuduktan sonra, onun bir kişi olarak canlanıp
hayata karıştığını hissettim.
Alper Canıgüz’ü
tebrik etmek lazım. “Cehennem Çiçeği”nde, anlatının sadeliği ve kurgusu
açısından en az bir önceki romanda olduğu kadar iyi bir iş çıkarmış. Ve bu
edebiyat tarihinde pek sık rastlanan bir durum sayılmaz. Devam romanları
genellikle yazarların ikinci kitap sendromu nedeniyle dağılır giderler. Bu ise
düpedüz parlak bir roman.
Ancak romanın
çekiciliği, kurgudan ya da dilden ziyade, karakterin derinliğinden geliyor.
Alper Canıgüz, bu sefer karakterini daha iyi tanımamıza izin vermiş. Onun iç
çatışmalarını ve varoluşsal hesaplaşmalarını yakından görmemizi istemiş.
Böylece, önceki hikayede, belki de mizahla yüklü sahnelerin gölgesinde kalmış
oldukları için, o kadar yoğun bir şekilde hissetmediğimiz hüznüne şahit
oluyoruz. Birinci kitapta böyle bir derinliğin işaretlerini vermiş olan Alper
Kamu, bu romanda sadece eğlenceli ve hazırcevap kişiliği ile değil, dokunaklı iç
dünyasıyla ve hatta rüyalarıyla karşımıza çıkıyor:
“Toprak yolun bittiği
noktada, önümde sarı bir deniz uzanıyor. Dizlerimin üstüne çöküp sudaki aksime
bakıyorum. Bu yüz, benim yüzüm. Bu gözler, benim gözlerim. Ellerim, benim
ellerim… Hep kendim kalacağımı idrak ediyorum o zaman. Tanrım, bu nasıl bir
lanet? Derimi yırtmak, gözlerimi oymak, dişlerimi sökmek bir işe yaramaz.
Kendime mahkumum. Ağlasam, gözyaşlarım benim gözyaşlarım. Ben cehennemde
değilim, cehennem benim içimde.”
“Oğullar ve
Rencide Ruhlar”ın bir polisiye komedisi gibi okunduğunu hatırlıyorum. Bu edebi
türün klişelerini alıp gülünçleştirdiği için böyle bir muameleye maruz
kalmıştı. Canıgüz ikinci kitapta da bu tarz gülmece ögelerini kullanıyor. Demir
yumruklu ama yumuşak kalpli detektif tipinden beslenen polisiye roman türü ile
diyaloğunu sürdürüyor. Bir dönemin çocuklarının bir numaralı arzu nesnesi olan
“Düldül” ile Hollywood usulü bir kovalamaca sahnesi yazmak ancak Canıgüz’ün
yapabileceği bir şey mesela. Köyden gelmiş çocuk bakıcısından birinci sınıf bir
“femme fatale” yaratıp onunla Alper Kamu arasında cinsel tansiyonu yüksek kara
film diyalogları kurgulamak da öyle.
Hepsi çok
eğlenceli. Yine de Alper Canıgüz’ün romanını unutulmaz kılan bunlar olmayacak.
“Cehennem Çiçeği”
sıra dışı güzellikte bir detektif romanı. Bence daha uzun seneler okunacak. Bütün
iyi hikayeler gibi o da, kurgusundaki incelikler ya da eğlenceli sahnelerden
çok, bizi kendine aşık edecek kadar gerçek bir karakter yaratmayı başarabildiği
için hatırlanacak.
No comments:
Post a Comment