“Hayır Sonya, bu o değil!”
Dostoyevski’nin
olgunluk döneminin ilk büyük eseri sayılan Suç ve Ceza, bundan tam 150 sene
önce yazıldı. 1866’da Russkiy Vestnik adlı dergide 12 tefrika halinde yayımlandığı günden beri, hem sıra dışı hikayesi hem de
bu hikayeyi aktarmaktaki akıl almaz derinliği açısından eşsiz bir kitap olarak
roman tarihinin unutulmaz örnekleri arasında yer aldı.
Suç ve Ceza,
benim gözümde her şeyden önce bir kötülük anlatısıdır. Kötülüğün doğasını
anlamaya çalışan, suçun ve günahın ne anlama geldiğini kavramak isteyen bir
romandır. Dostoyevski bu romanda, kötülüğün aslında genellikle varsaydığımız
gibi iyiliğin tersi olmadığını söyler. Kötülük ona göre çok daha karmaşık bir
şeydir.
Kötülük, her bir
şeyin başka her şeyle bağlantılı olduğunu, dünyanın büyük bir okyanus gibi su damlacıklarından
oluştuğunu ve bu okyanusun aslında tek bir şarkı ile hareket ettiğini
anlayamamaktan gelir. İnsan denen varlık, kendini evrenin bu büyük gerçeğinden bağımsız
kılmak istediği için esas olarak kötüdür. İnsanın laneti budur. Kendini
başkalarından – ya da daha büyük bir ölçekte -- evrenin geri kalanından
ayırmak. Dostoyevski buna inanır. Sadece Suç ve Ceza’da değil, diğer
romanlarında da böyle bir kibirden ve onun beraberinde getirdiği kötülükten söz
edecektir.
Bu açıdan
bakıldığında, Suç ve Ceza’nın kahramanı Raskolnikov’un kendi varlığına ayrıcalıklı
bir yer atfeden, Yeraltı Adamı’ndan, Stavrogin’den ya da Ivan Karamasov’dan pek
farkı yoktur. O da umutsuzca kendini başkalarından ayırmak ve bir birey olarak
eşsiz kılmak ister. Böylece varlığının temelini kendi elleriyle kurabilecek ve
hayatına anlam verebilecektir. Amaçsızca oradan oraya sürüklenen, önlerine
konana razı olan, kendilerine buyrulanı yerine getiren kalabalıklardan uzak
durmak istemesinin nedeni tam olarak budur. Ona göre, şan şöhret, iktidar
insanın önündedir aslında. Bütün mesele elini uzatıp almaya cesaret etmektedir.
Bunun için kan dökmek gerekse bile.
Romanın sonuna
doğru, onu içine düştüğü karanlıktan kurtarmak isteyen Sonya’ya işlediği
korkunç cinayeti itiraf ederken şunları söyler:
“O zaman şunu
anladım, Sonya: iktidar, ancak eğilip onu almak cesaretini gösterenlere
verilir. Bir tek şey söz konusuydu burada: cesaret! Böylece, hiç kimsenin,
hiçbir zaman düşünmediği bir şey geldi aklıma! Evet, hiç kimsenin! [...] Ben...
işte bu cesareti göstermek istedim ve... öldürdüm... Ben yalnızca cesaret
göstermek istedim, Sonya, hepsi bu!"
Raskolnikov işlediği
cinayeti Sonya’ya anlatmaya çalışırken bir türlü doğru sözleri bulamaz.
Sebebinin tefeci kadını soymak olduğunu söyler önce, ama sonra “Hayır Sonya, bu
o değil!” diye haykırır. Katil olmasının nedeninin varlığını başkalarından
ayırma arzusu olduğunu kabul eder böylece. Bu cinayetle birlikte kimsenin
cesaret edemeyeceği işe el uzatmış ve sürüden ayrılmış olacaktır. Bunu ne para
ne de itibar için yapar aslında. Sadece “dev karınca yığınının bir parçası”
olmadığını kanıtlamak ister. “Ahlâki, vicdani herhangi bir nedene
dayanmaksızın, yalnızca kendim için öldürmek istedim!” der üstüne basa basa. Maddi
olanaklara ya da iktidara kavuşmak ve böylece insanlığa yardım etmek değildir
amacı. Ailesine daha iyi bir gelecek sağlamak için de işlememiştir bu cinayeti.
Öğrenmek istediği tek bir şey vardır: “Ben de herkes gibi bir bit miydim, yoksa
bir insan mı?”
Romanın sonunda,
Raskolnikov eyleminde kendi varlığını anlamlı kılamadığını anlamıştır. Tarihin
akışını değiştiren büyük adamlardan biri, mesela bir Napolyon değildir o. Bu muktedirlerin
vicdanları ve tereddütleri yoktur. O sayede ileri gidebilmişlerdir zaten. Kan
dökerek ve döktükleri kanın açtığı yolda yürüyerek ilerlemişlerdir. Raskolnikov
onlardan biri değildir.
“Her şeyin içine
tükürmekte, aldırmazlıkta en ileri gidenler, yasa koyucu olurlar. Herkesten
daha gözüpek olan, herkesten daha haklıdır! Bugüne kadar böyle gelmiş bu,
bundan sonra da böyle gidecek! Bu gerçeği ayırt edemeyenler, kördür!”
Yine de esas
mesele, Dostoyevski’nin kahramanının bu eylemin altından kalkabilecek kadar
güçlü olmaması, hayranlıkla bahsettiği o büyük adamlardan biri olmadığını fark
etmesi değildir. Raskolnikov bu cinayeti işlerken çok önemli bir gerçeği göz
ardı etmiştir. İnsanın kaderi başkalarınınki ile sıkı sıkıya bağlıdır. Birinin
felaketi sonunda gelip öbürünü bulacaktır. Öldürdüğü tefeci kadın “bir bit, sıradan
bir parazit” değil, kanlı canlı bir insandır. Onun da hayalleri, hırsları ve
belki ümitleri vardır. Raskolnikov, işlediği cinayetle kendinden bir parçayı da
öldürmüştür aslında. Sonya’nın “İtiraf edin, belki Tanrı size yeniden can
verir” demesi de bundandır. Çünkü Raskolnikov romanın sonunda yürüyen bir ölü
haline gelmiştir artık.
Bu sahneyle
birlikte, Dostoyevski kara sularında kötülüğün tanımı şaşmaz bir kesinlikle
yapılmış olur. Ona göre, herkes her şeyden sorumludur. Kötülük, bunun göz ardı
edildiği her yerde kendini gösterir. Başkalarına dair sorumluluğumuzu
reddettiğimiz, kendimizi onların acılarından ayırdığımız anda ortaya çıkar.
Dostoyevski bilir
ki, dünyanın acıları sonsuzdur. İnsanın kibri ve acımasızlığı da öyle. Ama yine
de kötülüğe teslim olmamıza gönlü razı olmaz. Onun için romanlarında iyiliğin varlığını
hep bildirir bize. Kimi zaman Suç ve Ceza’nın Sonya’sı gibi çelimsiz bir sokak
kızının küçük şefkatli yüzünde, kimi zamansa bir Rus ermişi olan Zosima
Dede’nin erdemli varlığında. Ama her zaman ve mutlaka insanın kalbini
başkalarının acılarına açtığı yerde.
Bizi ne kadar
karanlık sularda dolaştırırsa dolaştırsın, Dostoyevski okurken bunu hiç
unutmamak gerekir.
1 comment:
Yazınız ile yeniden bambaşka bir ruh hali ile Suç ve Ceza'yı okuyacağım.
Post a Comment