Sunday, June 06, 2010
Mavi Marmara: Beklenmeyen Misafir
Birgün
6 Haziran 2010
Albert Camus’nün ‘Misafir’ adlı öyküsü, siyasi meselelerde kişisel ahlâkı önde tutması açısından ilginçtir.
Hikaye Cezayir’in sömürge olduğu dönemde geçer. Ortalık karışıktır. Cezayir halkı Fransız hükümetine karşı ayaklanmak üzeredir. Öykünün kahramanı Daru kendi halinde bir öğretmendir. Çölün ortasında, Tanrı’nın unuttuğu bir tepenin üzerinde küçücük bir ilkokulda yaşar. Doğa koşulları yıpratıcı, hayat zordur. Öykünün başında bomboş bir sınıfta görürüz onu. Çünkü çocuklar okula gelememiştir.
Bir gün kasabadan beklenmeyen bir misafir gelir. Polis memuru Balducci bir Arabı eşeğinin arkasına bağlamış ardı sıra sürüklemektedir. Daru’ya adamın katil olduğunu söyler. Kendisinden kışlık tahılını çalan bir akrabasını öldürmüştür. Mahkemeye çıkarılmak üzere yakınlardaki bir başka kasabaya nakledilmesi gerekmektedir. Siyasi durumun karışıklığı nedeniyle Fransız polisi devriye gezmek zorundadır. Onun için Arabı mahkemeye götürmek görevi Daru’ya düşmektedir. “Madem ki, Fransız hükümeti için çalışıyorsun, o zaman bu senin sorumluluğundur,” der Balducci.
Daru itiraz edecek gibi olur ama polis memuru onu dinlemez ve Arabı bırakıp gider. Hikayenin geri kalanı, işlediği suç yüzünden ona bir yakınlık duyamıyor olmasına rağmen Arabı polise teslim etmeyi kendine yediremeyen Daru’nun hesaplaşması üzerinden açılır. Hayatta kalabilmek için kuraklık, kıtlık ve açlıkla mücadele eden bu adama bakarak düşünür. Doğadan didinerek kopardığı yaşamı şimdi işgalci kuvvetler elinden almaktadır. Onu hangi kanun yargılayacaktır? Sıcak evlerinde yaşayan, ışıklı sokaklarda özgürce dolaşan Fransızlar için düzenlenmiş Fransız kanunları mı? Peki ya kendisi bu olayda nerede duracaktır? Cezayirli olup da Fransa’da eğitim görmüş ve şimdi Arap çocuklarına Fransa’nın nehirlerinin dağlarının isimlerini öğreten Daru hangi tarafta yer alacaktır?
Öykünün geri kalanını anlatıp tadını kaçırmayacağım. Zaten önemli olan vardığı sonuçtan çok sorduğu sorudur aslında. Camus, Arabı bir katil yaparak soruyu zorlaştırır. Sonuçta başka birinin canını almaktan daha korkunç bir suç düşünemez insan. Şiddetin aldığı en zalim hal budur çünkü.
O zaman görev nerededir? Ahlâk ne söyler? Kimden yana durmak gerekir? ‘Misafir’ bize bunların hepsini düşündürür. Camus bize bu öyküyle iki şey söyler gibidir. Birincisi, şiddetin büyüğünün sömürgeciden geldiğidir. İkincisi ise, her zaman ve her şeyden önce kendi vicdanımıza sadık kalmamız gerektiğidir.
Ne zaman herkesin hep bir ağızdan konuştuğu karışık bir siyasi mesele ile karşı karşıya kalsam, bu hikaye gelir aklıma. Gazze’ye giden İHH gemisiyle ilgili tartışmaları izlerken de aynı şey oldu. ‘Mavi Marmara’nın provokasyon amacıyla yola çıktığı, böyle bir saldırının beklendiği, çok doğal olduğu, hatta İsrail Devleti’nin buna hakkı olduğu gibi yorumları dinledim. Bunun karşısında duranlar arasında, ‘Hitler haklıydı’ diyerek bütün yahudileri lanetleyenler, ‘Türkiye’nin şerefi iki paralık oldu’ diye vatan millet derdine düşenler, ‘şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak’ diye bağırarak cihad ilan edenler de yer aldı.
Oysa ırkçılığa, milliyetçiliğe ve dini fanatizme taviz vermeden bunu bir insanlık meselesi olarak görmek ve İsrail’in saldırgan politikalarına ‘Hayır!’ demek mümkündür.
İsrail, oraya yardım malzemesi götürmeye çalışan sivillerden oluşan bir konvoya saldırdı. Esas olan budur. Tepeden tırnağa silahlı adamlar korumasız insanların üzerine ateş açıyorsa, ne tarafta durmamız gerektiği bellidir.
Siyasi iktidarı elinde bulunduranlar ahlâkın ne olduğuna karar vermek isterler. Yalnızca kanun koyucu değil ‘ahlâk koyucu’ da olmak isterler. Batı’nın bir çok insanlık meselesine gösterdiği duyarlılığı, Filistin’den esirgemesi bundandır. Ahlâkı oraya kadar uzanmaz. Şimdi bize yine aynı şeyi söyleyecek ve uzak bir kara parçasında çocukların abluka altında susuzluktan ve açlıktan ölmeleri önemsizmiş gibi yapmamızı bekleyecektir. Öte yandan AKP hükümeti, doğru şeyi yanlış nedenlerle savunacak ve bunun tam tersini söyleyerek iktidarını sağlamlaştırma yoluna gidecektir.
Bütün bunların farkında olsak da, ‘Mavi Marmara’da olanlar konusundaki yargımızı bunlara dayanarak veremeyiz. Bilmeliyiz ki, her siyasi karar öncelikle ahlâki bir karardır. Ve kişisel ahlâkımız gündelik politikalardan da uluslararası ayak oyunlarından da büyüktür.
‘Bütün bunlarda onurumu inciten bir şey var,’ der Camus’nün karakteri Daru.
Gazze’de yaşananlar da bir insan olarak benim onuruma dokunuyor. ‘Mavi Marmara,’ beklenmeyen bir misafir gibi dünyanın karşısına çıkarak bunu hepimize hatırlattı.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment