Tuesday, December 08, 2009
Dile Kolay
BirGün Kitap Eki
Bir edebiyat türü olarak öykünün erdemlerini farketmem ne zamana rast geliyor hatırlamıyorum. Aslında kendimi bildim bileli romancıydım ben. Kitapçılarda gözüm öykü kitaplarına iliştiğinde burun kıvırır, hemen onun yanı başında duran romanlara çevirirdim dikkatimi. Öykü, benim gözümde roman yazamayan insanların yazdığı şeydi. Üstelik, öykü kitabı alınca bir gecede okuyup bitiriveriyordum. Böyle olunca kendimi biraz aldatılmış hissediyordum. Sanki paramın karşılığını alamamışım gibi geliyordu.
Sonra iyi öykücülerle karşılaştım, öyküyü bir yazın biçimi olarak romana yeğleyen yazarlar olduğunu farkettim: Anton Chekhov, Edgar Allan Poe, Sait Faik hayatıma böyle girdiler. Üçünü de hâlâ başka başka nedenlerle çok severim. Onlarla beraber öğrendim ki, öykü yazmak aslında zor bir iştir. “Dar alanda kısa paslaşmalar”la ilerlediği için, yazarların her açıdan tutumlu olmaları ve az malzemeyle en etkili biçimi yakalamaya çalışmaları gerekir. Zamanla şunu da anladım: roman çarşıya çıkıp istediğiniz malzemeyi alarak kurabileceğiniz bir ziyafet sofrasıyken, öykü evde ne varsa onunla yemek pişirmek gibidir. İkisini karşılaştırmak belki de çok doğru değildir bu yüzden.
Daha sonra başka öykücülerle de tanıştım. Amerikalıların bu işte ne kadar iyi olduklarını gördüm ve hatta bir ara bu edebiyat türünün o kıtaya bırakılması gerektiğine inanmaya başladım. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayanlar değil, Güney Amerikalılar da müthiş öyküler yazıyorlardı. Kütüphanemde bugün bile en itibarlı yerlerden biri, bir zamanlar İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Amerikan Hikâyeleri Antolojisi’ ve ‘Latin Amerika Hikâyeleri Antolojisi’ adlı iki öykü kitabına ayrılmıştır. Kimler kimler yoktur ki o antolojilerin içinde: Steinbeck, Hemingway, Faulkner, Borges, Marquez, Cortazar ve şimdi isimlerini sayamadığım daha bir çok iyi yazar. Sanıyorum bu iki derleme ile birlikte öykü ile aramda bir daha hiç bozulmayacak kuvvetli bir bağ oluştu.
Geçenlerde beni bu iki kitap kadar heyecanlandıran bir başka hikaye antolojisi ile karşılaştım: Nadine Gordimer’in günümüzün en önde gelen yazarlarından derlediği yirmi bir öyküden oluşan seçkisi. Susan Sontag’dan Amos Oz’a, Kenzaburo Oe’den Margaret Atwood’a dünyaca tanınmış bir çok yazardan öyküler içeren bu derleme aslında uluslararası bir projenin de parçası. Dünyanın dört bir köşesinden gelen bütün bu öykücüler, bir ömür boyu ürettikleri eserleri en iyi temsil edeceğine inandıkları bir hikayeyi bu seçkiye bağışlamışlar. Bir çok dile çevrilen bu kitaptan elde edilecek gelirin tamamı AIDS Savaşım Derneği’ne bırakılacak.
‘Pazartesi’ dergisine katkılarından ve Emma Goldman, Marilyn French ve Kate Millett’in kitaplarının da aralarında bulunduğu nitelikli çevirilerinden tanıdığımız Beril Eyüboğlu, bu öykülerin çevrilmesini sağlayarak kitabın Türkiye ayağını oluşturan ‘Dile Kolay’ adlı derlemenin yayımlanmasına önayak olmuş. ‘Dile Kolay’daki hikayeleri ÇEVBİR üyesi çevirmenler aralarında paylaşıp çevirmişler ve Pan Yayınları’da aynı dayanışma duygusu içinde bu kitabın gün yüzüne çıkmasını sağlamış.
Öykülerin arasında çok sevdiğim bir Marquez hikâyesini bulup yeniden okudum: ‘Aşkın Ötesinde Aslolan Ölüm.’ Marquez’in üslubunun büyüsü daha ilk satırlardan hissediliyordu: “Senatör Onésimo Sánchez hayatının kadınıyla karşılaştığında ölmesine altı ay on bir gün kalmıştı. Onunla, geceleri kaçakçı gemilerine gizli liman olan, gün ışığındaysa uçsuz bucaksız, tatsız bir denizin karşısındaki en işe yaramaz çöl kıvrımını andıran Rosal del Virey’de tanıştı -- öyle ki bu kuş uçmaz kervan geçmez köyde birilerinin kaderini değiştirebilecek bir insanın yaşadığını kimse hayal dahi edemezdi.”
Bunu okuyunca, eski bir dostla karşılaşmış gibi oldum. Ve yine eski bir dostun evine girer gibi teklifsiz bir şekilde daldım öykünün içine. Sonu yine aynıydı. Bildiğim gibi bitti. Ama ne kadar güzeldi!
Bu kitabı alın. Hem öykü okumanın tadını yeniden duymak için, hem de iyi bir davaya katkıda bulunmak için.
Beril Eyüboğlu’nun da hatırlattığı gibi, bu kitabı kendinize alırken, edebiyat seven bir arkadaşınızı da ihmal etmeyin sakın!
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment