Tuesday, December 08, 2009

MRS RAMSEY’İN ZAMANI



BirGün/ 16:07 16 Ağustos 2009

Erich Auerbach, Nazi döneminde sığındığı İstanbul’da kaleme aldığı ‘Mimesis’ adlı kitabında, Virginia Woolf’un ‘Deniz Feneri’ romanından yola çıkarak modernist edebiyata özgü bir gerçeklik ve zaman anlayışından söz eder.
Ünlü eleştirmen, bu romanla birlikte Woolf’un dünyasında dışsal olayların baskınlıklarını kaybettikleri ve ancak içsel olanı ifade etmek için birer araç haline geldiklerini söyler. ‘Deniz Feneri’nin başlarında bir yerde Mrs Ramsey, fenercinin oğlu için kahverengi bir çorap örmektedir.
Bunu yaparken arada bir çorabı küçük oğlu James üzerinde ölçer ve çocuğa rahat durmasını söyler. Bu sahnede, Mrs Ramsey oğluyla konuşur konuşmasına ama söylediği topu topu dört cümledir. Sahnenin geri kalanı uzun ‘iç konuşma’lardan oluşur. Dış dünya ile ilişkisinin tümü dört cümleden ibaret kalırken, karakterin bilinci ve o bilinçten bize yansıyanlar metnin çok daha büyük bir kısmını kaplar. Dış dünyanın gerçekliğiyle beraber dışsal zaman da üstünlüğünü kaybetmiştir. Onun yerini, karakterin iç dünyası ve içsel/öznel zamanı almıştır. Mrs Ramsey, kendi sonsuz gibi görünen içsel zamanında dilediği gibi düşünür, yargılara varır, anıları tanzim eder ve elindeki çorap gibi zihnindeki örgüyü de yavaş yavaş ilerletir.
Geçtiğimiz hafta, Mrs Ramsey’i ve çorabını düşünmek için bolca sebebim oldu. Sivrice Deniz Feneri Kütüphanesi’nin açılışına katılmak için Ayvacık yakınlarındaki Sivrice Koyu’na gittim. Oraya gidişim ilk değil. Ama bu sefer, sahile iner inmez garip bir yavaşlık hissettim. Ölçülebilir bir zamana dair inancımı kentte, arkamda bırakmış gibiydim. En son çocukluğumda duyduğum türden bir genişlik duygusu sardı içimi. Sanki her şeyi yapabilecek kadar zamanım varmış gibi. Sanki uzanıp saatlerce düşünsem bile zaman geçmeyecekmiş ya da oyun saatleri uzayıp günlerce sürecekmiş gibi. Sanki akşam olmayacak, her şey sonsuz bir öğle sonrasında sıkışıp kalacakmış gibi.
Biraz dolaştıktan sonra kayaların üzerinde en sevdiğim oyuğu buldum ve oturdum. Deniz fenerinin tepesinde dönüp duran martıları seyrettim. Bir süre sonra neredeyse tamamen emin oldum: yavaşlık duygusu fenerden yayılıyordu. Oraya daha önceki gelişlerimi düşündüm. Bir an bütün ömrümü o kayanın üzerinde feneri seyrederek geçirmişim gibi geldi. Hiç direnmeden Mrs Ramsey’in düşüncenin akışında ilerleyen zamanına teslim oldum.
İstanbul Barosu eski başkanı Yücel Sayman ve eşi Hacer Sayman’a, Sivrice Feneri’ni bir kütüphane haline getirmek konusunda ilham verenin benzeri bir duygu olduğunu düşünüyorum. Onlar da, aynı yavaşlık ve süreklilik hissini korumak ister gibi görünüyorlar. Dışarıda çılgınca akan dünyaya karşılık, içeride sessizce ilerleyen düşünceden yana olmayı yeğliyorlar.
Sivrice Deniz Feneri, onların çabaları neticesinde, deniz fenerleri üzerine kaynakların da bir araya getirileceği bir denizcilik kütüphanesi haline getirildi ve 7 Ağustos’ta resmen kullanıma açıldı.
Geçtiğimiz sene bu vakitlerde kiralanan ve altyapı çalışmaları tamamlanan fenerin kütüphaneye dönüşmesi uzun ve hararetli bir çalışmanın sonucunda gerçekleşti. Her dilden yayının bulunduğu kütüphanenin deniz fenerleri konusunda çalışmalara ve araştırmalara kaynaklık etmesi planlanıyor.
Saymanlar, kütüphaneyi kendi çabalarıyla kurdular ve geliştirmeye çalışıyorlar. Kamuya açık ve ücretsiz olarak faydalanılacak olan kütüphane ve ilerde kurulması planlanan müzenin kaynaklarını oluşturmak için belgeler, kitaplar ve filmler toplanıyor. Yücel Sayman sonuçtan gayet memnun: “Bize 'sponsor' bulmamız öneriliyor; istemiyoruz. Kendi gücümüzle, kendi birikimlerimizle ve dostlarımızın desteğiyle üstesinden geleceğiz bu zor ama son derece keyifli uğraşın.”
Woolf’a gelince, hemen gidip baktım: ‘Deniz Feneri’nin neredeyse her dilden birer kopyasını raflara yerleştirmişler bile.

Not. Yusufcuğum, izninle çok beğendiğim bu fotografını kullanıyorum.

No comments: