Sunday, February 20, 2011

“Fani hayatımın sona erdiği şu anda…”


BirGün

20 Şubat 2011


Bu hafta gazetelere bakarken, gözüme garip bir hikaye ilişti: Trabzon’un Tonya ilçesinde hayatını kaybeden 88 yaşındaki emekli imam Mehmet Ali Öner, ölmeden bir hafta önce bir veda mesajı kaydetmişti. Buraya kadar sıradan bir hikaye gibi görünebilir. Ancak, Mehmet Hoca salâsını kendisi verdiği gibi, ölüm duyurusunu da kendi sesiyle bir zamanlar imamlığını yaptığı camiden yayınlamıştı: "Bu bir ölüm ilanıdır. Ben Tonya’nın Büyükmahallesi’nden Kalkuzoğlu Mehmet Ali Hoca. Şu anda fani hayatım sona ermiştir. Yüce yaratanın bol rahmetine kavuşmuş bulunuyorum.”

Mehmet Ali Hoca’nın toprağı bol olsun. Öteki taraftan seslenip veda etmek istediğine göre, bize düşen de bu selamı alıp ona rahmet dilemektir elbette.

Ölümle yaşam arasındaki sınırı zorladığı için olsa gerek, bu hikaye bana Latin Amerika edebiyatının alamet-i farikası olan ‘büyülü gerçekçilik’ akımını hatırlattı. Mehmet Hoca’yı bir Marquez karakteri olarak düşündüm ve bu durumu hiç yadırgamayacağıma karar verdim.

Fakat aklıma Marquez’den önce, Brezilyalı yazar Machado de Assis ve onun şaşırtıcı romanı ‘Memórias Póstumas de Brás Cubas’ (Brás Cubas’ın Ölümden Sonraki Hatıratı) geldi. Adının da işaret ettiği gibi, ölümünden sonra hatıralarını kaleme almaya karar veren bir karakterin ağzından anlatılan bu hikaye şöyle başlar: “Bir müddet bu anılara başından mı yoksa sonundan mı başlamalıyım, yani önce ölümümü mü yoksa doğumumu mu anlatmalıyım, diye kafa yordum. Ancak, teamül doğumdan başlamayı gerektirdiği için, farklı bir metot izlemeye karar verdim: malum bendeniz ölü bir yazar değil, sonradan yazar olmuş bir ölüyüm.”

Daha bu açılıştan çok garip bir kitapla karşı karşıya olduğumuzu hissederiz. Kitabın baş kişisi Bras Cubas hiç bir şeyi genelgeçer kabullere uygun yapmayacaktır belli ki. Zaten ölümünden sonra da teamüle uymamış ve başkaları gibi ‘nihai istirahatgâhına’ çekilmek yerine hayatının hikayesini bize aktarmayı tercih etmiştir.

Huzursuz bir karakterdir Bras Cubas. Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı ölmüş de, öteki taraftan konuşmaya devam ediyormuş gibi gelir insana bazen. Hayatı yarım bırakmak zorunda kaldığı için iyice huysuzlaşmıştır. Söyleyecek bir sürü şeyi vardır. Üstelik yaşarken hissettiği zorunluluklar ve sıkıntılardan da ölümle beraber sıyrılmıştır. Meydan onundur yani. Ona göre, ölü bir adamın en büyük erdemi açıkkalpliliktir. Hayattayken başkalarının yargıları, çıkar çatışmaları ve hırslı mücadeleler bazılarımızı ‘kirli çamaşırlara’ göz yummaya iter: “Oysa ölüm, ne büyük bir değişiklik sağlar insana! Ne ferahlık! Ne özgürlük! Sevgili fani beyler ve hanımlar, sizi uyarmak isterim, ölülerin küstahlığı kadar ölçüsüzü yoktur.”

Artık dünyanın bütün zamanı onundur ve istediğini söyleyebilir. Ama yine de mesele tamamen çözülmüş sayılmaz. Çünkü Bras Cubas farkeder ki, bir şey anlatıyorsanız, zamanınız ancak dinleyicinizin vakti kadardır. Ölü de olsanız böyledir bu. Bir yerde düpedüz isyan eder bu duruma: “Bu kitabın en büyük defosu sensin, ey okuyucu! Sen hızla yaşlanıyorsun ve kitabım ilerlemek bilmiyor.”

Zamana karşı yazdığını farkettiği andan itibaren, yazma sıkıntısının bütün merhalelerini birer birer yaşar Bras Cubas. ‘İşe yaramazlık’ adlı bölüm şöyle başlar mesela: “Yanılıyor olabilirim ama biraz önce galiba tamamen işe yaramaz bir bölüm yazdım.”

Yavaş yavaş anlarız ki, ölümden sonrasının hikayesi olsa bile, Machado de Assis’in romanı zamana dair bir kitaptır aslında. ‘Unutuluş’ başlıklı bölümde, bu his iyice kuvvetlenir. Hepimiz sonu ‘unutuluş’la bitecek bir yolculuğa mahkumuz, der Bras Cubas. Ölümün anlamı da bu değil midir? Zaman her şeyin üstünü örtecek ve izleri silecektir.

Hayat kısa, unutuluş sonsuzdur. O zaman neden geri dönüp son bir iki şey söylemek isteyelim ki?

Ölüme karşı elimizdeki tek şeyin ‘söz’ olduğunu bildiğimiz için mi?

Not: Geçen hafta için özür dilerim. Belki bu bilgiyi verirsem beni affedersiniz. İnternet’ten bulabildiğim kadarıyla Machado de Assis’in romanı, Ertuğ Altınay tarafından ‘Mezarımdan Yazıyorum’ adı altında çevrilmiş ve İş Bankası Yayınları’ndan çıkmış.

No comments: