Sunday, July 31, 2011

Kıskançlık


31 Temmuz 2011
BirGün


Kıskançlık sinsi bir hayvan gibidir. İnsanın karnında bir yerde saklanır. Muhtemelen bağırsak kıvrımlarından birinde. Orada olduğu aklınıza bile gelmez. Ta ki bir gün kafasını kaldırıp tırnaklarını birer diken gibi böğrünüze geçirene kadar.

O an geldiğinde, içinizde küçük bir el bombası patlamış gibi olur. Piminin ne zaman çekildiğini fark etmediniz. Üzülmeyin. Hep böyledir bu. Anlamazsınız. Önce acıdan gözleriniz kararır. Oysa daha bir iki dakika önce gülüyordunuz. Bir çocuk gibi kaygısızdınız belki. Ama işte artık çok geç. Şimdi dünyanın bütünlüğü bozuldu. Görüntüler paramparça oldu. Artık anların sürekliliği yok. Bundan sonra hiçbir şeye güvenemezsiniz.

“Yeni Roman” anlayışının öncülerinden biri olan Alain Robbe-Grillet’nin romanı “Kıskançlık” (La Jalousie) böyle bir kırılmayı anlatır. Roman, karısının kendisini aldattığından şüphelenen bir adamın ağzından yazılmıştır. Zihninin yansımalarından kurtulup nesneleri (ve dolayısıyla da olayları) “gerçekten oldukları gibi” görmek isteyen bir adamın hikayesidir bu bir bakıma.

Fakat adamın kendisi bu resmin neresindedir? İşte tam bu noktada yazar garip bir şey yapar, karakterini gizlemeye karar verir. Onun duygu ve düşüncelerine dair pek bir şey söylemez bize. Öyle ki, anlatıcı hiçbir zaman kendinden bahsetmez, hatta ‘ben’ bile demez. Böylece asıl duymak istediğimiz şey, yani esas adamın duygu dünyası, hikayeden çıkarılmış olur. Romanın merkezi bir kişi olmaktan ziyade bir ‘boşluk’ haline gelir.
Bu romancılık adına bir devrim sayılır elbette. Modern romanın karakter-merkezli hikayesi gitmiş, onun yerini tamamen dışarısı üzerine kurulu bu garip anlatı almıştır. Özneden çok nesneye yüzünü dönmüş bir anlatı yani.

Bu çok önemli bir gelişme olabilir. Fakat bizi asıl ilgilendiren, her zaman karakterin iç dünyasına odaklanarak anlatılan kıskançlık hikayesinin, burada romanın neredeyse “yok olan” başkişisi üzerinden aktarılmasıdır.

Robbe-Grillet’nin romanı, kıskanç insanın kocaman bir boşluk, hatta bir “kara delik,” olarak takdimidir.

Kıskançlık sizi ele geçirdiği zaman içiniz boşalır. Bütün hücreleriniz dışarıya doğru döner. Neden? Çünkü bir kanıt arıyorsunuz. Karşınızdakinin size ihanet ettiğinin bir işaretini bulmaya çalışıyorsunuz. O zaman bakmalısınız. Daha dikkatli bakmalısınız. Hiçbir şeyi kaçırmamalısınız. Ne pahasına olursa olsun şüphelerinizin delilini bulmalısınız.

Acıklı olan bakmaya bu kadar odaklanan birinin meselenin “aslını” göremeyecek olduğudur. ‘Şey’lerin yüzeyini görebilir ancak. Masanın üzerindeki tozları, duvardaki lekeleri, içki bardağına uzanan bir çift dudağı ya da beklenmedik bir anda yüze dökülen saçları. Bütün bunları bir bir kaydeder. Ama bu detayları birbirine bağlayan hikayeyi illa ki kaçıracaktır. Daha da beteri, her bir ayrıntıyı yakalamak isterken kendini gözden çıkaracaktır.

Bütün bakan-bakılan hikayelerinde görülen denklem kıskançlık söz konusu olduğunda tamamen tersine döner. Burada iktidar bakanın elinde değildir artık. Tam tersine güç bakılanın elindedir. Öteki ise içeriden dışarıya doğru dönen bir bakıştır artık. Bedeni olmayan bir bakış.

Robbe-Grillet’nin anlatısının ismindeki anıştırma bu noktada önem kazanır. Romanın adı, kıskançlık olduğu kadar “jaluzi” anlamına da gelir. İçeriden görülmeksizin dışarıyı görmeyi sağlayan, şerit biçiminde levhalardan yapılmış bir tür pencere kapama düzeneğidir bu. İşte “La Jalousie,” sıradanmış gibi görünen bir kıskançlık hikayesini böyle bir benzetme üzerinden anlatır. Kendisi tamamen karanlıkta kalan kahramanı, abartılmış detaylarıyla tehditkar bir hal alıp düşmanlaşan dünyanın karşısına yerleştirir.

“Kıskançlık,” nesnelerin değişik açılardan görüntülerini birbirine ekleyerek gerçeğe ulaşabileceğini sanan birinin acıklı hikayesidir aslında. Jaluzinin arkasından bakar gibi fragmanları kaydeden birinin yaptığı uzun ve sıkıcı bir envanterdir. Sonuçta öyle bir noktaya geliriz ki, anlatıcı her detayda bir ihanetin izini görmeye başlar. Muz ağaçlarının konumu, duvarın dökülen boyası, sandalyelerin ahşap tutamakları... Hepsi aynı şeyi söylemektedir. Karısı onu komşusu ile aldatıyordur. Bütün bunlar onun kanıtıdır.

Kıskanç adamın trajedisi gerçeği talep etmesidir. Ancak, gerçeğe ulaşma takıntısı taşıdığı ölçüde gerçeklikten uzaklaşır. Ayrıntıların tümünü bilmek ister. Meseleyi her açıdan görebilmesi lazımdır. Onun için durmadan bakmaya devam eder. Bütün açılara hakim olduğunda bir yargıda bulunabileceğini düşünür. Böylece sarsılan dünyasını yeniden kurabilecek, onun üzerinde hak iddia edebilecektir.

Oysa dünya büyük, açılar sonsuzdur. Kıskanç adamdan ise geriye yalnızca bir göz kalmıştır. Jaluzinin arkasından dışarı bakan bir çift göz. Ondan ötesi kocaman bir boşluktur.

1 comment:

Aylin Balboa said...

Biraz gayriciddi olacak biliyorum ama hastasınım Meltem.