Monday, January 09, 2012

Üzgün Yüzüm


BirGün
8 Ocak 2012


Heinrich Böll’ün “Üzgün Yüzüm” adlı hikayesi, totaliter bir rejimin hüküm sürdüğü bir ülkede, herkesin mutlu görünmesini öngören kanuna uymadığı için tutuklanan bir adamı anlatır.

Limanda dalgın dalgın martıları seyrederken, “üzgün yüzü” nedeniyle tutuklanan bu “sade vatandaş,” iyice hırpalandıktan sonra sorguya alınır.

Sorgu esnasında ortaya çıkar ki, hapisten daha yeni çıkmıştır. Neden hüküm giydiği sorulduğunda, gülümsediği için tutuklandığını söyler polislere. Büyük şefin ölüm yıldönümünde “gülen yüzü” bir polisin dikkatini çekmiştir. Genel yas nedeniyle herkesin üzgün görünmesini öngören bir kanunu ihlal ettiği için tutuklanıp beş seneye mahkum edilmiştir.

Sonunda onu bir kez daha dövüp hücreye tıkarlar. Bu sefer de on sene hüküm giymiştir. Böyle mükemmel bir rejimde üzgün görünmek kimin haddinedir? Öykü adı gibi hüzünlü bir şekilde biter. Hikayenin anlatıcısı, sağ kalmayı başarıp yeniden dışarı çıkabilirse, bu kez hiç yüzü olmasın diye uğraşacağını söyler bize.

Böll’ün öyküsü melankoliktir. Hayatından memnun görünmediği için tutuklanan bu karakterin hikayesinde insanı umutsuzluğa sürükleyen bir şey vardır: “Hırsızlık suçuyla yakaladığı bir serseriyi yaka paça götürür gibi, polis beni önüne katmış, düşlerimin köşesinden çekip alarak ite kaka götürüyordu… Beni tutuklamalarının nasıl olsa bir nedenini bulacaklardı. İçime dayanılmaz bir gariplik çöktü.”

Bu sahneden etkilenmeme şaşmamak gerekir. Gençlik yılları 12 Eylül döneminin ertesine rast gelmiş herkes gibi, ben de bir korku idaresinde büyüdüm. Kaç kişi Böll’ün “üzgün yüzlü” adamı gibi çocukluğunu geçirdiği sokaklardan yürütülerek karakollara götürüldü? Kaç kişi bir hiç uğruna hayatını hapislerde geçirdi? Kaç kişi çocuklarının, sevdiklerinin, arkadaşlarının eve dönecekleri anı korku içinde bekleyerek ömrünü tüketti?

Gazetede okudum, hükümet 12 Eylül dönemiyle hesaplaşmaya kararlıymış. Ne mutlu onlara! Geçen hafta darbeyle ilgili soruşturma sürecinin tamamlandığı haberi geldi. Darbeciler hakkında hazırlanan iddianamede Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın Büyük Millet Meclisi’ni vazifesini yapmaktan alıkoydukları için ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm edilmeleri istendi.

Savcılar darbeye veryansın etmişler. Diyorlar ki, o zaman mutlu olmak harammış bize. 12 Eylül ile gelen askeri idare memleketi talan etmiş. Darbe sonrasında da yöneticiler halka büyük mağduriyetler yaşatan eylemlerine devam etmişler. Hak ve özgürlükler tamamen güvencesiz bırakılmış. Askeri yönetim tarafından gözaltına alınan muhalifler, “yola getirilmesi gereken kişiler” olarak görülmüş ve hapislere atılmış. Böylelikle toplumu tektipleştirecek bir süreç başlamış.

Yanlış mı bunlar? Değil. Doğru hepsi.

Yine de bir şaka gibi geliyor insana. Hem de kötü bir şaka. Her gün onlarca kişinin tutuklanıp hapse konulduğu bir ülkede, darbeyle hesaplaşmaktan söz edilebilir mi?

Doğru, o zaman mutlu olmak haramdı bize. 12 Eylül döneminde hakim olan zihniyet asıksuratlı bir tekdüzeliği vazediyordu. Günlerimiz zapturapt altına alınmış, gecelerimiz sokağa çıkma yasağı ile bölünmüştü. Üzerimize bir resmiyet gelmiş, gitmek bilmiyordu. Önümüze bakarak uygun adım ilerliyorduk. Gülmek bir tür hafiflik, hatta düpedüz hakaret sayılırdı. Ağır bir ciddiyet vardı herkesin yüzünde. O ciddiyet korkuyla besleniyordu. Öyle içimize işledi ki, işler yoluna girdikten sonra bile kolay kolay gülmeyi beceremedik.

Şimdiki hükümet ise, her daim mutlu görünmemizi istiyor. İstiyor ki her söylediğine neşeyle tempo tutalım. Başbakanla şarkılar söyleyelim. Bayraklar sallayayım, hükümeti destekleyen pankartlar açalım. Öyle istiyor. Her icraatını ayakta alkışlamazsak, kulağımızdan tutup hapse atacak bizi. Asıksuratlılara tahammülü yok. Kendisini eleştirenleri hiç sevmiyor. Bu hükümet, vatandaşının mutlu, tatmin olmuş ve güleryüzlü olanını seviyor.

Fakat işte herkesi memnun etmek mümkün olmuyor. Bazıları hala üzgün.
Vesikalık fotoğraflardan mahzun bakıyorlar. Geride kalanlar da öyle. Onların da yüzleri gülmüyor. Kimilerinin çocukları dün buradaydı, bugün yok. Bazılarının kardeşleri gitti, sonra dönmedi. Kaç gün geçti bilmiyorlar. Geceleri uyku girmiyor gözlerine. Duvara sırtlarını vermiş oturuyorlar.

O zaman değişen pek bir şey yok. Geçen sefer gülen yüzleri nedeniyle hapse girenler, şimdi de üzgün göründükleri için hüküm giyecekler.

Belki de sadece “yüzsüz” olanlar kalacak ortalıkta. Onlar tutacak köşeleri.

Heinrich Böll’ün dediği gibi.

No comments: