Saturday, January 11, 2014

İyi notlar, küçük kardeşler ve ayak parmakları...

BirGün Pazar
29 Aralık 2013


-->


Çocuklardan çekinirim. Daha önce de söylemiştim. Aksi gibi onlar da nerede olsam gelip bulurlar beni. Onca insanın arasından beni seçerler. Muhtemelen onlardan sakındığımı sezdikleri için.

Geçen gün, Taksim’de bir kafede oturmuş sınav kağıtlarını okumaya uğraşıyordum. Mekan tıklım tıklım doluydu. Gürültülüydü de üstelik. Ben de iyice huysuzdum. Sene sonu okulla ilgili işler çok sıkışır. Bu sefer de öyle olmuştu. Öğrenciler kağıtları geç teslim etmişler, not verme işleri sarkmış, benim de canım iyice sıkılmıştı. Ayrıca kağıtları okumaya başlayınca görmüştüm ki, hepsi umduğum kadar iyi değildi. Yine de askerce bir görev duygusu ile dev kağıt yığınına el attım ve yavaş yavaş okumaya giriştim.

Başında her şey yolundaydı. Pencere kenarındaki yerime yerleşip kahvemi söyledikten sonra gürültüyü bile duymaz olmuştum. Ama bir ara kafamı kaldırdığımda en çok korktuğum şeylerden birinin gerçekleşmekte olduğunu fark ettim. Bir çocuk gözünü dikmiş bana bakıyordu. Sonra Boğaz vapuru gibi ileri geri gidip gelmeye başladı. Arada bir sağlı sollu masalara yanaşıyor, insanlar da ona kurabiye falan veriyordu. Beni görmesin diye kağıtların arasına iyice gömüldüm. Belli mi olurdu? Köşede iki öğrenci oturuyordu. Güler yüzlü ve cana yakın görünüyorlardı. Belki onlara giderdi.

Bunları düşünürken bir daha kağıtlara dalmışım. Az sonra sancak istikametinde çınlayan neşeli bir sesle kendime geldim: “Ne yazıyorsun?” Kafamı kaldırıp baktım. Annesinin özene bezene toplayıp tokalarla tutturduğu saçları açılmış, yüzüne gözüne dökülmüştü. Elinde sıkıp hamur haline getirdiği bir elmalı kurabiye tutuyordu. Üzerindeki pembe tişörtte bir bebek resmi vardı, altında da “Ben abla olacağım” yazıyordu.

“Mektup yazıyorum,” dedim. “Kime?” diye sordu hemen. “Yılbaşı hediyesi isteyen çocuklara,” diye cevap verdim. Elimdeki kağıttan okur gibi yaptım: “Bu sene size Minişler Karavanı’nı yollayamayız, çünkü hiç uslu durmadınız. Lütfen kusura bakmayın!” Hayretle yüzüme baktı. Sonra hiç tereddüt etmeden karşımdaki koltuğa tırmandı. Bir güzel yerleşip bacaklarını aşağıya sallandırdı. Ayaklarının yere değmesi için daha temiz bir yedi sekiz sene vardı.

İlgilenmezsem gideceğini düşünerek kağıtlara geri döndüm. Bir yandan da göz ucuyla ne yaptığını izliyordum. Bir süre pencerenin kenarında sessizce duran örümceği inceledi. Parmağıyla onu hareket etmeye zorladı. Ama örümceğin kıpırdamaya niyeti yoktu. Galiba o da benim gibi ölü numarasına yatmıştı. Ardından pudra şekerine bulanmış elleriyle ceketimi çekiştirdi. Cevap niyetine hafifçe inledim. Tepki verdiğimi görünce, “Noel Baba’nın sakalı var,” dedi. Meseleyi çözdüğü için rahatlamış görünüyordu.

Anlaşılan bu iş sandığım kadar basit değildi. Gözlüğümü çıkarıp masaya koydum. Kollarımı kavuşturdum. “Hediye işlerine artık biz bakıyoruz,” dedim sesime ciddi bir hava vermeye çalışarak “mesela bu sene bazı çocuklara hediye veremiyoruz, onun yerine kardeş geliyor.” Sonra özel güçlerimi fark etmesi için zaman verdim ona.
Gözlerini açıp bana bir daha baktı. Şaşkınlığı o kadar sevimliydi ki, neredeyse yelkenleri suya indirecektim. “Örümceklerin sekiz bacağı olur,” dedi birden, “öğretmenim söyledi.” Bu bilgiyle gurur duyduğu belliydi. Ama o kadar kolay pes edecek biri değildim. “Kardeşlerin on parmağı olur,” dedim karşılık olarak, “ayrıca ben de öğretmenim.” Şah ve mat. Sevimlilik falan bir yere kadardı.

Uzun uzun düşündü. Bu darbenin ağırlığını sindirmek ister gibiydi. “Benim kardeşim olacak,” dedi sonunda. “Biliyorum,” dedim. Gülümsedim. Önce ne yapacağını bilemedi. Sonra o da gülümsedi.

“Meliiiis!” diye seslendi annesi arkalardan bir yerden, “Teyzeyi rahatsız etme!” Fakat Melis’in gitmeye niyeti yoktu. Zaten kardeşi olacaktı. Derdi başından aşkındı. Ama benim de okunması gereken kağıtlarım vardı. Onu annesine götürmek için harekete geçtim. “Ne kadar uzun boylusun!” dedi ayağa kalkınca. “Ne sandıydın?” diye böbürlendim.

Annesine teslim edip geri dönerken, “İyi seneler, Melis!” dedim ona, “Umarım bu sene güzel hediyeler alırsın.” “Ayak parmakları da var,” dedi. “Kimin?” diye sordum. “Kardeşimin,” dedi.

Gitmeden önce, annesi ona üzerinde geyik işlemeleri olan bir bere giydirdi. Boynuna da bir atkı doladı. Sıkıca giyinip kapıya doğru ilerlediler. Ayrılmadan önce bana uzaktan şöyle bir baktı. “El salla teyzeye!” dedi annesi. Ama Melis el sallamadı. Ben de sallamadım. Sanıyorum ikimiz de bunu bir tür hafiflik olarak gördük.

Masama dönüp kağıtları okudum. İyi notlar vermeye çalıştım. Ne de olsa yeni yıl geliyordu. İnsan her zaman istediği hediyeleri alamayabilirdi belki. Yine de ufak tefek şeyler fena olmayabilirdi. İyi notlar, küçük kardeşler ve ayak parmakları gibi...



1 comment:

kara kitap said...

ne güzel yazmışsınız yine. çocuk olsam ben de sizin çekim alanınıza kapılıp yanınıza gelirdim kesin.