Sunday, February 14, 2010

MASUMİYET


BirGün

14 Şubat 2010


‘Masumiyet Çağı’nda, kendisini umutsuz bir aşk hikayesi içinde bulan Ellen Olenska sevgilisine şöyle der: “Senden vazgeçmezsem, seni sevmeye devam edemem.” Amerika’nın yüzyıl başındaki önemli yazarlarından biri olan Edith Wharton, Ellen’a bunu söyleterek, yepyeni bir masumiyet tanımı yapar.

Bu yeni tanıma göre, masumiyet verili olan ve zamanla yitirdiğimiz bir özellik değil, bilinçli olarak seçtiğimiz ve sahip çıktığımız bir şeydir.

Kontes Olenska, düştüğü durum itibarıyla, Anna Karenina ve Madam Bovary ile kader arkadaşıdır. Bu kadınların hepsi kendilerini yasak ilişkilerin içinde bulurlar. Emma Bovary boş hayallere kapıldığı için mahvolur. Anna ise o kadar Rustur ki, felaketine hiç tereddüt etmeden kucak açar. Oysa, Ellen ikisinden de farklıdır. Onlardan daha derin bir karakter değildir belki. Ama kesinlikle daha cesurdur. İkiyüzlü New York sosyetesinin içine düştüğünde, etrafında dalgalar halinde yayılan bir etki bırakır. Çünkü toplum kuralları yerine hayatın kendisini ciddiye alır. Halbuki bu tutum, çıkar ilişkileri üzerine kurulu ve yeni yeni palazlanmakta olan Amerikan burjuvazisi için kabul edilebilir bir şey değildir. Newland Archer işte tam da bu nedenle aşık olur ona. Talihsiz olan şudur ki, sosyetenin gözde bekarlarından biri olan Archer, yine ileri gelen ailelerden birinin kızı olan May Welland ile evlenmek üzeredir. May masum mu masum, Pamuk Prenses tadında bir kızdır. Ellen ise, Archer dışında herkesin gözünde, düpedüz düşkün bir kadındır. Avrupa’dan arkasında skandallar bırakarak gelmiş, kocasını terkettiği için toplum içindeki ayrıcalıklı yerini kaybetmiştir. Üstelik, New Yorklu burjuvalarin soyluluk taslamasını gülünç bulduğunu saklamaz ve bildiği gibi yaşar.

Anna gibi Ellen da aşık olmaya cesaret ettiği için dışlanır. Gizli tutulduğu sürece, toplumun evlilik dışı ilişkilerle bir derdi yoktur çünkü. Bunu zaten herkes yapmaktadır. Oysa aşk, yüzyılın sonunda ne Petersburg’da ne de New York’ta üst sınıfın kabul edebileceği bir şey değildir. Arzu ettikleri, toplumsal düzeni bozmayan, kuralları sarsmayan ilişkilerdir. Esas olan görüntüyü kurtarmak ve düzeni devam ettirmektir. Wharton bunu dile getirerek, bir sonraki yüzyılı belirleyecek burjuva davranışının tanımını da yapmış olur.

Ellen’a duyduğu aşka rağmen, Newland Archer da böyle davranır. Romanın dönüm noktası Ellen’a metresi olmasını teklif ettiği ve ondan yukarıda alıntıladığım yanıtı aldığı andır. Sonuçta, Ellen uzaklaşır. Newland ise hayatı boyunca mutsuz olacağı bir evliliğe hapsolur. Romanın sonunda, May’in başından beri her şeyi bildiğini ama kocasını elinde tutabilmek ve itibarını kurtarabilmek için aşksız bir evliliğe razı olduğunu öğreniriz. Böylece romanın diyalektik örgüsü de tamamlanmış olur. ‘Masumiyet Çağı,’ ilk bakışta Newland Archer’ın mutsuz aşkının öyküsüymüş gibi görünürken, esas olanın iki kadının bir erkekle ilişkileri üzerinden yer değiştirmelerinin hikayesi olduğunu anlarız.

Masumiyet, romanın başında eldeğmemiş bir taze olarak karşımıza çıkarılan May’ın tekelindedir. Oysa romanın sonunda, Ellen’in seçiminin ifadesi haline gelir. May’in sınanmamış masumiyeti hayat kapıyı çaldığında dağılıp gidecek, yerini insanın tüylerini ürperten bir hesapçılığa bırakacaktır. Roman boyunca, kocasını hapsetmekteki becerisiyle yavaş yavaş bir gardiyan haline gelişini izleriz. O, aşkının değil düzenin koruyucusudur artık. Ellen ise, gitmesi gereken yerde giderek, Newland’la olan ilişkisini değilse bile ona duyduğu aşkın masumiyetini korumayı başarmıştır. Kendisine sunulan sessiz rolü benimsemeyi reddetmiş, toplumsal olana göre değil kişisel ahlakını önplanda tutarak davranmıştır. Belki de bu nedenle Newland onu sevmekten hiç vazgeçmez.

Romanın sonunda onu yaşlı bir adam olarak Ellen’ın evinin önünde otururken görürüz. Onun kapısını yeniden çalmaya cesaret edemez bir türlü. Böyle bir kadının kapısını çalmak için yürekli olmak gerekir çünkü. Eleştirmenler ağız birliği etmiş gibi, onun bu tereddütünü, Ellen’ı hafızasında kaldığı haliyle korumak istemesine bağlarlar. Onlara göre, geçmişteki anılar değerlidir ve oldukları gibi korunmaları gerekir.

Bense, bunun ‘geç kalmış’ olmakla ilgili olduğunu düşünürüm hep. Hani o şarkıdaki gibi, ‘Kimdir giden? Kimdir kalan?’ Bununla ilgili olduğunu düşünürüm.

Newland kaybeder. Çünkü sevdiği kadına geç kalmıştır. Bir çok erkeğin yaptığı gibi.

No comments: