Sunday, April 11, 2010

ÖNCE ÖLDÜRME!


BirGün/ 14:29 11 Nisan 2010

İlişkileri bitirmek başlamaktan hep daha zordur. Oysa hemen her zaman, iyi bir final iyi bir başlangıçtan çok daha değerlidir. Herkes iyi başlangıçlar yapabilir. İyi sonlarsa çok az insana nasip olur.

Romanlarda da böyledir bu. Yazmanın şaşmaz kurallarından biri şudur: ortalama yazarlar finalleri mutlaka batırırlar. Gidiyorsun ama bir veda etseydin bari, demek isteriz onlara. Ya da bu kadar patırtı yaptın ama asıl söylemek istediğini diyemedin, diye bağırmak gelir içimizden.

Kimileri yazdığı hikayeyle heyecanımızı körükler, iştahımızı kabartır ve sonra bizi öylece ortada bırakıverir. Elimiz böğrümüzde kalakalırız. Bel bağladığımız karakterler romanın bir yerinden sonra görünmez olur. İlmek ilmek dokunmuş karmaşık bir olay örgüsü sonunda öyle bayat bir yere bağlanır ki, en acıklı sesimizle ‘Böyle mi olacaktı?’ diye sormak isteriz. Bazan da incelikli olduğunu düşündüğümüz nice detay anlamlı bir bütün oluşturmaz, öyle yarım yamalak bırakılır. Ya da öyküde merkezi bir rol üstlendiğini hissettiğimiz bir sembol finalde unutulduğu için ışıltısını kaybeder ve işlevsizleşir.

Fakat en fenası, romanın sonunda kim var kim yoksa patır patır öldüren yazarlardır. Bunlar, karakterleriyle ne yapacaklarını bilemeyip onlardan tez elden kurtulma yoluna gidenler olur genellikle. Acemiler bunu daha sık yapar. Hatta polisiyeciler bir yana, ilk romanını kimseyi öldürmeden kapatan yazarın alnından öpmek gerekir. Onun içindir ki, yazmaya başlayan herkese haddim olmayarak ‘On Emir’ içinde en önemlisi olan ‘Öldürmeyeceksin!’ uyarısını hatırlatmak isterim. Eğer bu çok sert geliyorsa, doktorların çok iyi bildiği şu prensibe kulak vermek isteyebilirler: ‘Primum non nocere,’ yani ‘Öncelikle, zarar verme!’ Sonrası zaten kendiliğinden gelir.

Tabii iyi yazarlar arasında da kan dökmekten hoşlananlar vardır. Mesela, yeri gelmişken, Shakespeare’i burada tenzih etmek isterim. Evet Hamlet’in sonunda pek az kişi hayatta kalır ve ortalık kan gölüne döner ama herkes bilir ki, bu durum Shakespeare’in acemiliğinden değil, dönemin gereklerindendir: Rönesans trajedisinde adam öldürmek adettendir.

Kahramanı öldürmek ise ancak gerekliyse başvurulacak bir çaredir. Okuyucu çoğu kez, ana karakterin hikayenin sonuna kadar hayatta kalacağını bilir. Esas adam sonuna kadar ölmeyecektir. Kahramanı öldürmek hikaye olasılıklarını yok etmek anlamına gelir çünkü. Onun için mesela hepimizi biliriz ki, Bruce Willis ‘zor ölür.’ Hatta ölmek bilmez. (Filme zaten ölü olarak başlamamışsa tabii.) Bu okuyucu ile yazar arasındaki sessiz anlaşmalardan biridir. Bu gizli anlaşma ihlal edildiği zaman, okuyucu ihanete uğramış hisseder ve düşkırıklığına uğrar.

Onun içindir ki, gelmiş geçmiş en iyi romanlardan biri olmasına rağmen ‘Anna Karenina’nın sonu pek beğenilmez. Anna’nın hayatta kalma şansı olmadığını biliriz. Sıkışmıştır, çaresizdir, mutsuzdur. Onun için ölümden başka bir seçenek yok gibidir. Tolstoy unutulmaz bir sahne ile Anna’yı ölüme gönderir. Kahramanını öldürdüğü için ona kızmayız. Böyle olması gerektiğini anlarız. Burada kalsa her şey iyidir. Fakat roman Anna’nın intiharıyla bitmez. Onun ölümünden sonra sanki hiç bir şey olmamış gibi bir yetmiş sayfa kadar daha devam eder. Tolstoy, romana yerleştirdiği ikinci olay örgüsünü tamamlamak, sevgili karakteri Levin’i düze çıkarmak ve zor da olsa bir aşk hikayesinin mutlu bitebileceğini anlatmak gibi bir derde düşer. Ama okuyucuyu küstürür. Anna bittiğinde, roman bitsin isteriz. Onun ölümünden sonraki bölümde adının neredeyse hiç geçmemesi kalbimizi kırar. Tolstoy’un toprak ağası karakteri Levin’in inançlı bir adam haline gelip evine ve çocuklarına bağlanması bizi hiç bağlamaz. Aklımız hala Anna’da ve onun talihsiz hikayesindedir.

Başka nereden bakarsak bakalım otoritesine başkaldıramayacağımız dev bir yazar olan Tolstoy’un birden vaiz kesilip bize hayat dersi vermesine anlam veremeyiz bir türlü.

Fakat hayat gibi edebiyat da bazan hayalkırıklıklarıyla doludur. Büyük aşklar nasıl sönük bir şekilde sonlanabilirse, büyük yazarlar da kimi zaman zaaflarına yenilip kötü finaller yapabilirler.

No comments: