Monday, August 09, 2010

Kadınlar 'düzeltilebilir' mi?


BirGün
7 Ağustos 2010

Her okuyuşumda yeniden hayranlık duyduğum bir yazar olmasına rağmen bazen Joyce’u sevmekte zorlanırım. Bunda kadınlara karşı tutumunun payı büyüktür. Mesela Ulysses, benzerine az rastlanan bir edebi dehanın ürünü olmasına rağmen, kadınlara yönelik yer yer düşmanlığa varacak bir önyargı ile yazılmıştır.

Bir iki istisna dışında kadınlar genellikle basitlikleriyle ya da zayıflıklarıyla öne çıkarlar. Sonunda, romanın en önemli kadın karakteri olan Molly’nin nehir gibi akan zihnine girdiğimiz o noktasız virgülsüz pasaj bile, bir kadının değil, bir erkek tarafından hayal edilen bir kadının iç dünyasını açar bize.

Romanın başkişisi Leopold Bloom kadınlara nasıl davranılması gerektiğine dair uzun uzun kafa yorar. Aslında karısı Molly ile nasıl başa çıkacağını düşünmektedir elbette. Kocasına göre, Molly Bloom cahil bir kadındır. Değişmeye de hiç niyeti yoktur.

Molly’nin edebiyat ve felsefe bilgisi hakikaten pek fenadır. Ucuz aşk romanlarından başka pek bir şey okumaz. Üstelik, Aristo’nun müstehcen resimlerle dolu bir embriyoloji kitabı yazdığına, Defoe’nun kendisiyle aynı ismi paylaşan bir kenar mahalle dilberi yarattığına ve Rabelais’nin sipariş üzerine gastronomi kitapları yazan ikinci sınıf bir Fransız yazarı olduğuna inanır.

Leopold, karısının cehaletiyle çeşitli yöntemler kullanarak mücadele eder. Bazı kitapları, belli bir sayfayı açık bırakıp göze çarpan bir yerlere bırakır. Sürekli göndermeler yaparak konuşur. Molly oradayken başkalarının bilgisizliğiyle açıkça dalga geçer. Ya da ona uzun uzun açıklamalarda bulunur. Ve böylelikle tartışmaları kazanacağını umar.

Ama Molly bildiğinden şaşmaz. Onun için ne ise odur. Romanın sonlarına doğru bir yerde, Leopold karısını eğitmenin olanaksızlığını kabul eder. Ona göre, bir kadını herhangi bir konuda ‘düzeltmek’ istiyorsanız bunu ona doğrudan söylemenin pek bir anlamı yoktur. Ne var ki, kadınlara istediğiniz şeyi dolaylı bir şekilde davranarak yaptırabilirsiniz.

Örneğin?

“Yağmurda şemsiye kullanmayı sevmezdi, o ise şemsiyeli kadınları severdi, karısı yağmurda yeni şapka giymeyi sevmezdi, o ise yeni şapka giyen kadınları severdi, yağmur yağarken karısına yeni şapka alırdı, o da yeni şapka giyerek şemsiye taşırdı.”

Kadınlar konusundaki fikirlerinin bir çoğuna katılmasam da, Bloom’un bu noktada yerinde bir tespitte bulunduğunu kabul etmeliyim. Kadınlar söz konusu olduğunda, doğrudan yaklaşıldığı zaman netice vermeyecek bir çok talep dolaylı bir yöntem izlendiğinde insanı sonuca götürebilir.

Akıllı erkekler bunu hemen farkeder. Bunlar size yengeç gibi hep kenardan kenardan yaklaşacaktır. Dekoltenizi fazla kışkırtıcı bulduklarında bunu açıkça söylemektense, o elbisenin gözlerinizin rengine uymadığı konusunda israr edecek; kahvaltıda beyaz peynir yemekten hoşlanmıyorlarsa bunun selülit yaptığını söyleyecek; ayakkabılarınızın sayısı beklenenden fazlaysa her sosyal ortamda Imelda Marcos’tan bahis açıp size imalı imalı bakacaklardır.

Kadınlar dolaylı mesajları daha iyi algılar. Burası doğrudur. Fakat kadınlar konusundaki bir çok önyargı gibi bu da bir genellemedir. Şunu unutmamak gerekir ki, her kadın manipulasyona pabuç bırakmaz. Kimileri dirençli çıkacaktır. Kendi iradesi dışında bir istikamete doğru yönlendirildiğini farkettiğinde buna itiraz edecektir.

Evet, kadın kültürü ağırlıklı olarak ‘idarecilik’ üzerine kuruludur. Babasını, kocasını, patronunu idare eden kadınlar görürsünüz. Ama bazı kadınlar idare etmez. İdare edilmeye de gelmez. İşte bunları ‘düzeltmek’ mümkün değildir. Onları ne zor kullanarak, ne de talim terbiyeye tabi tutarak değiştirebilirsiniz. Ancak kendileri isterse değişirler.

Beni her zaman gülümseten bir İngiliz atasözünün dediği gibi, atı suyun kenarına götürebilirsiniz ama içmesini sağlayamazsınız.

Daha akıllı erkekler her zaman böyle kadınları seçer.

1 comment:

Banu said...

Woolf dilinden bir ekleme yapayım ben de o halde, kadını zayıf gösterme alışkanlığı üzerine erkek yazarın: "Kadının eleştirisi karşısında karşısında duydukları tedirginliği ve bir kadının herhangi bir eleştiriyi, bir kitabın kötü, bir resmin yetersiz olduğu ya da başka bir şeyi, aynı eleştiriyi getiren bir erkekten çok daha fazla acı vermeksizin söylemesinin olanaksızlığını da açıklar. Çünkü kadın gerçeği söylemeye başlarsa erkeğin aynadaki görüntüsü küçülmeye başlar; yaşam karşısındaki uyumluluğu yok olur. Erkek sabah kahvaltısında ve akşam yemeğinde kendini gerçek boyutlarının en az iki katında göremezse, kararlar vermeyi, yasalar koymayı, özenle giyinip yemekli toplantılarda konuşmalar yapmayı nasıl sürdürecektir? " Devamını şuraya eklemiştim :
http://atopia.tumblr.com/post/833599973/kendine-ait-bir-oda-v-woolf