Monday, April 11, 2011

Tehlikeli Yakınlıklar



BirGün
9 Nisan 2011

Edebiyat sahnesinde herkesin bir ustalığı vardır. Psikolojik gerilim romanlarının uzmanı da Amerikalı polisiye yazarı Patricia Highsmith’dir. Highsmith, 1950’de yayınlanan ilk romanı ‘Trendeki Yabancılar’la yarım asrı aşkın kariyerinde neyle uğraşacağının işaretini vermiştir: istenmeyen yakınlıklar.

Yakınlıklardan korktuğumu daha evvel yazmıştım. Fakat insanlara yakınlık ilham eden biri olduğumdan söz etmiş miydim, bilmiyorum. Nereye gidersem gideyim, kiminle tanışırsam tanışayım insanlar bana hayatlarını anlatmak için sıraya girerler. Böyle zamanlarda hep Highsmith’i ve ‘Trendeki Yabancılar’ı yad ederim. Suratımda herkesin içindeki itirafçı damarı harekete geçiren bir ifade var diye düşünüyorum. Sadece bir kaç saat önce tanıştığım insanlar bile kendilerine dair en özel şeyleri art arda sıralayabilirler.

Bir zamanlar sadece bu nedenle otobüs yolculuklarından korkar olmuştum. Halbuki otobüse binmeyi severim aslında. Sırtınız tutulur, uykusuz kalırsınız ama yine de yolda olmak iyidir. Yolculuğun güzelliği insana düşünecek zaman vermesindendir. Gece yolculuğunun üstüne hiç bir şey tanımam. Bir derdiniz varsa, ilk yapmanız gereken şey budur: Bir otobüse atlar ve penceredeki yansımanızla kafa kafaya verip düşünürsünüz. Bir tür hipnoz hali gibidir bu. Her dakikası saatlere bedeldir. Böyle yarı baygın bir şekilde bir süre gidersiniz. Sonra bir de bakarsınız ki, ilk molada meseleyi halledip hafiflemişsiniz.

Yanınızdaki izin verirse tabii. Benim şansıma hep çenebaz kadınlar düşerdi. Hani şu yanınıza oturur oturmaz ‘Yolculuk nereye?’ diye soranlardan. Yahu, İstanbul-Ankara otobüsünde yolculuk nereye olabilir? Ankara’ya işte! Bunu diyemezsiniz. Siz diyemedikçe, karşınızdakinin konuşacağı tutar. Böyle gide gide Ankara’ya varırsınız. Yorgun ve tükenmiş. İçiniz dışınız bilmek istemeyeceğiniz bir dolu hikayeyle dolmuş. Kadıncağızın ilk kocasının hangi hastalıktan öldüğünden tutun da, oğlunun kaçıncı dönemde hangi dersten kaldığına kadar bir sürü şeyi dinlemiş, bir kaç numara aptallaşmışsınızdır. Pencereye doğru döndürdüğünüz yüzünüzü her seferinde yeni bir konu başlığı ile kendinden tarafa çevirmeyi başaran koltuk arkadaşınız ise asla yorulmamış, aksine gitgide artan bir iştahla aile hikayelerinin en canalıcı bölümlerine doğru ilerlemeye başlamıştır. Esnersiniz, uyuklarsınız, kitap okur gibi yaparsınız, nafile. Bu kadınlara hiç bir şey işlemez.

Öğrenciyken bu durumla baş edebilmek umuduyla kimi yöntemler geliştirmiştim. “Nerelisin?” diye muhabbete girene “Sana ne!” diye cevap veremeyeceğim için, kendimce bir takım çözümler bulmuştum. İlk başvurduğum yöntem turist taklidi yapmaktı, ama daha çok ilgi çektiğini görünce bunu derhal terkettim. Sağır-dilsiz oyunu da uzun sürmedi, çünkü kadınlar dilleriyle yapamadıklarını bu sefer elleriyle anlatmaya çalışıyordu.

Fakat yılmadım. Orta sınıf, orta yaşlı ve orta boylu bu kadınları korkutacak ne varsa, oturup bir listesini çıkardım. Bunlar tahmin edeceğiniz gibi ‘ortalamanın’ dışında şeylerdi. Sonunda bunları alt alta dizdiğimde artık elimde yeni kişiliğim vardı. Evet, tehlikeli yakınlıklar hala bir meseleydi. Ama ilişkinin tehlikeli tarafı bendim artık. En ısrarcı teyzeleri bile başarılı bir şekilde bertaraf edebiliyordum. Işın kalkanı gibi bir şey icad etmiştim. Gururluydum.

Bu küçük oyun neticesinde bizim memlekette en çok korkulan şeylere dair bir fikrim oldu. Hepsini anlatıp sizi sıkmak istemem. Zaten çoğu şaşırtıcı şeyler değildi. Bu kadınların çoğu o kadar tutucuydu ki, bir iki küçük detay onları kaçırmaya yetiyordu. Bir keresinde, okuduğum romanın kapağındaki yarı çıplak kadın resmini beğenmediği için yerini değiştiren birine bile rastladım. Siyaset konuşmak da riskli bir iş olarak algılandığı için bazılarını püskürtmekte işe yarıyordu. Ama asıl hatrımda kalan herkesin yoksulluktan nasıl öcü gibi korktuğu oldu. Onun için en iyi işleyen numara, kalacak yer arayan muhtaç biriymiş gibi davranmaktı. O zaman bütün bu şirinlik muskası kadınlar birden sus pus olup önlerine bakıyor ve yol boyunca bir daha ağızlarını açmıyorlardı.

Bu sayede ne güzel ne sakin yolculuklar yaptım. Ne korkulu yakınlıkların ihtimali geldi geçti de, bana mısın demedim. Fakat bu sinsi riyakarlık aklımın bir köşesine takıldı. Hala da o takıldığı yerde duruyor.

Not: Bu yazı iki seyahat arasında telaş içinde yazıldı. Nasıl olduysa, Patricia Highmith'i İngiliz yapmışım. Kitaplarını okumuş biri için çok saçma bir hata. Fakat bazen insanın aklından geçenle elinden çıkan aynı olmuyor. Özür dilerim.

No comments: