Thursday, December 29, 2011

Öğrencime dokunma!


BirGün
25 Aralık 2011

Öğretmenlik hayatımda umutsuzluğa kapıldığım çok nadirdir. Bir keresinde bir öğrencim hayretler içinde “Hocam, yoksa siz idealist misiniz?” demişti. Sonra da nesli tükenmiş bir yaratığa bakar gibi beni şöyle bir süzmüştü. Onu saymıyorum.

Öğretmenlik garip bir durumdur. Bir de bakarsınız ki hayatınızın çok yerini ele geçirmiş. Yine de, genellikle sanıldığı gibi, her köşesi bucağı belirlenmiş bir doğrunun biteviye anlatıldığı bir uğraş değildir. Aksine sürprizli ve şaşırtıcı bir ilişkidir öğretmen-öğrenci ilişkisi. Çünkü esas olan öğrencidir. Ve öğrenci de çok değişkendir. Onun için, taraflardan birinin diğerini terbiye etmesinden çok, her iki tarafın karşılıklı değiştiği ve dönüştüğü bir ilişkidir.

Bana sorarsanız öğretmen, en genel tanımıyla, kendisinden daha tecrübesiz biriyle yola çıkabilen kişidir. Bir tür rehberdir yani. Fakat öğrencisine daha önce görmediği kimi şeyleri göstermekle kalmaz. Arada bir durup onun işaret ettiği yere de bakar. Yani kimi zaman yolunu değiştirmeye cesaret edebilir. Hatta yolu yeni baştan tanımlayabilir. Öğrenciye karşı sorumluluğu ise, kaybolduğu zaman onu elinden tutup geri getirmektir.

Bu noktada isterdim ki, genelde yaptığım gibi, yanlış cevapladıkları bir sorunun, derli toplu bir şekilde tartışamadıkları bir meselenin, ya da kötü yazdıkları bir kağıdın içinde kaybolanlardan bahsediyor olayım.

Ne yazık ki, kaybolan öğrenciler deyince aklıma bambaşka şeyler geliyor artık. Daha dün aramızda derste ya da kantindeyken, şimdi cezaevinde adalet bekleyenlerden söz açacağım yine.

Boğaziçi Üniversitesi’nden bir grup öğretim üyesi geçen hafta Tarih Bölümü öğrencisi Şeyma Özcan’ın salıverilmesini talep eden bir açıklama yapmıştı. Bu hafta da, ülke çapında bütün akademisyenlerin imzasına açık bir metin hazırlayarak tutuklu öğrencilerin durumuna dikkat çeken ve bu konuda önlemler alınmasını talep eden bir kampanya başlattık.

Daha önce de yazmıştım, hatırlayacaksınız. Bir hesaplamaya göre bugün Türkiye’de 600 öğrenci tutuklu. Devlet kaynaklarına dayalı, resmi bir başka hesaplamaya göre ise şu anda tutuklu olan 138 öğrenci var ve bu sayı her gün artıyor.

Tutuklanan her öğrenciyle rahatsızlığımız ve endişemiz artıyor. Biz her gün bu genç insanlarla birlikteyiz. Bilgilerimizi tecrübemizi paylaşıyor, onlara hak ettikleri özenli eğitimi vermeye çalışıyoruz. Bazılarının sıkıntılar içinde öğrenim hayatlarını sürdürdüklerine şahit oluyoruz. İmkansızlıklara, yokluklara rağmen çabalayıp büyük işler başardıklarını görünce onlarla gururlanıyoruz.

Aileleri gibi biz de bu genç insanlara emek veriyor, onları hayata hazırlamaya çalışıyoruz. Oysa Türkiye’deki siyasi iktidar, gençlerini “şiddetle terbiye etmek”ten bir türlü vazgeçmiyor. Öğrencileri sudan sebeplerle tutukluyor, aylarca mahkeme görmeden cezaevinde bekletiyor ve asıl ait oldukları yer olan sınıflardan uzak tutuyor.

Öğretim elemanları işte bu duruma seyirci olmayı reddediyorlar. İmza metninde dile getirildiği gibi, demokrasinin yerleştiği ve uygulandığı bir Türkiye’nin oluşumuna katkıda bulunmak için öğrencilerimize sahip çıkıyor ve şunları talep ediyoruz:

Daha fazla gecikmeden CMK’nın 100, 250, 252; TCK’nın 220, 314; TMK’nın 6, 7 ve 10. maddeleri kaldırılmalıdır.

Ayrıca, özel yetkili mahkemelerin görev, yetki ve yargılama usullerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ile 12 Eylül darbesinden bize miras kalmış olan mevcut anayasaya bile aykırı olduğu görülmeli ve bunların kaldırılması yoluna gidilmelidir.

Öğretim üyeleri, sınıflarda öğrencilerimizle tam mevcutlu olarak bir arada olmak istiyor. Öğrencilerin bir kısmının sıralardan kaybolduğu, geri kalanların da sessizleştiği bir üniversite istemiyorlar. Onlar fikirlerini özgürce ifade edemediklerinde, akademinin cılız ve renksiz bir yer haline geleceğinin farkındalar.

Bana gelince, idealist olup olmadığımı soran öğrencimin kulaklarını çınlatarak şunu söylemek isterim, öğretmenlik yapanlar tanım itibarıyla idealisttir zaten. Daha iyi bir dünyanın var olabileceğine inancınızı kaybettiyseniz, kimseye bir şey öğretemezsiniz. Neden yapasınız ki bunu? O zahmete değer mi? Her gün sınıfa girip inanmadığınız, devamını arzu etmediğiniz bir hayatın hikayesini niçin anlatasınız?

Bu tasavvur öğretmenin geleceğini öğrencisininkine bağlar. Daha iyi bir dünyanın imkanı öğrencilerin özgürlüğü, yaratıcılığı, bilgisi, aklı ve yapacaklarında saklıdır. Hangi öğretmen geleceğinin kaybolmasına veya kaybettirilmesine tahammül edebilir ki!

No comments: