Sunday, May 06, 2012

1 Mayıs kimin bayramı?

BirGün
6 Mayıs 2012


1 Mayıs sabahı saat yedi gibi kendimi Beşiktaş’ta çay içerken buldum. “Buldum” diyorum çünkü, bir kaç gün önce kıta değiştirdiğim için saat farkı yüzünden pek kendimde değildim.

Kara kuru bir çocuğun önüme bıraktığı poğaçayı kemirip çayımı yudumlarken gözüm tepede herkesin görebileceği bir yere yerleştirilmiş televizyona ilişti. Televizyonda kırmızı yanaklı tombulca bir adam zorlama bir neşeyle bir şeyler anlatıp duruyordu.

Sabah sabah bu kadar enerjiyi nereden bulduğunu düşünerek adamın dediklerine kulak verdim. Aynen şunları söylüyordu: “Bu sabah hepimiz Emek Bayramı’nı kutlamak üzere erkenden uyandık. Halk meydana girmeden önce sevinçle pankartlarını hazırlıyor. Arkada söyledikleri türküleri marşları duyuyorsunuz. Havaya bakılırsa güzel bir gün olacağa benziyor.”

Uykulu sersemliği içinde şaşkın şaşkın etrafa baktım. Herkes sakin sakin kahvaltı ediyordu. Bense kulaklarıma inanamıyordum. Televizyondaki bu coşku, bu heyecan… Bütün bunlar gerçek olabilir miydi? Bir kaç gündür yalnızca bir kaç saat uyuduğum için arada bir boşa alıp gittiğim oluyordu. Hatta geçen gün bir konuşmanın ortasında iki saniye durup kısa bir rüya bile görmüştüm. Onun için silkinip bir daha dinledim.

Spiker duracak gibi değildi. Adam istimi almış gidiyordu. Şarkılar, türküler, marşlar falan dedikten sonra bir de telefon bağlantısı almaya karar verdi. “Yavru Vatan”dan arayan bir vatandaşımız, telefonda “Bütün Fenerbahçelilerin Emek Bayramı’nı candan kutlayınca” daha fazla dayanamayıp kalktım.

Elimde poğaçamla Beşiktaş’ta yürürken Alacakaranlık Kuşağı’na girmiş olabileceğimi düşündüm. Yürürken genelde yere bakarım. Gizemli biri olduğumdan falan değil. Daha çok düşmemek için. Ama bu sefer şüpheli bir şekilde sağa sola göz gezdirdim. Bir terslik olduğu hissini üzerimden atamıyordum.

Halbuki her şey normal görünüyordu. Meydanda bir grup bayraklarını hazırlıyordu. Yere bir pankart yaymış, onun etrafına toplanmış bir başka grup kaldırıma yayılmıştı. Arkada Avusturya İşçi Marşı çalıyordu. Meşgul ama sakindiler. Olması gerektiği gibi. Ama belli mi olurdu? Onlara da her an Yavru Vatan’dan birileri telefonla bağlanabilirdi.

Gerçeklik duygum kırılmıştı bir kere. Nereye bastığımı farketmeden uzun süre amaçsızca yürüdüm.

Bir 19 Mayıs sabahının ağırlığı vardı üzerimde. Spor hocaları eşliğinde gidilen stadyumlar. Tekrar edilen talimatlar. Naylon etekler. Kaşındıran çoraplar. Sırayı bozmadan uygun adım yürümenin incelikleri. Günün anlam ve önemi hakkında konuşmalar, konuşmalar, konuşmalar.

Darbe sonrasına rast gelen çocukluğuma ve gençliğime milli bayramlarda yapılan resmi törenlerin kaskatı ruh hali damgasını vurmuştu. “Bu bayram sabahı coşku içinde uyandık” dendiğinde aklıma gelenlerin bunlar olmasında şaşırtıcı bir şey yoktu.

Kısa bir süre önce, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan yönetmeliğe göre milli bayramların artık stadyumlarda resmi törenlerle kutlanmayacağını okuduğumu hatırlıyorum.  

Bu kararın ertesinde çıkan tartışmalarda gazetelerin bir çoğu, totaliter devletlerin kutlamalarını anımsatan bayram törenlerinin kaldırılmasının Türkiye’nin demokratik hayatı için önemli olduğunu dile getirmişti. Kimileri, milli bayramlar ve kurtuluş günlerine ait bu yönetmeliğin tarihinin 1981 olduğunu hatırlatmış ve yeni yönetmelikle birlikte 12 Eylül darbesinin bir kalıntısının daha silinmiş olduğuna dikkat çekmişti.

Bu konuda onlara hak vermemek elde değil. 19 Mayıs’ların 23 Nisan’ların bundan sonra devlet töreni ile kutlanmayacak olması benim de hoşuma gidiyor. Çocukluğumda çektiğim sıkıntının bunda payı olabilir. İnkar etmiyorum.

Ancak bunun böyle olması, hakim ideolojinin hayatımızın sivil alanlarını ele geçirmeye teşebbüs etmeyeceği anlamına gelmiyor.

Evet, 19 Mayıs resmi törenlerle kutlanmayacak artık. Kimse stadyumlarda uygun adım yürümeye zorlanmayacak. Kimse bir örnek kıyafetlerle saçma danslar, insandan kuleler ya da stadyum panoları falan yapmayacak.

Ama hayatımızın en direnişe açık yerleri milli bayramların zorlama sevincine bulandıktan sonra, bunun bir anlamı var mı bilmiyorum.



1 comment:

gonenc said...

Haklısınız. Pasifize etmek sanırım böyle birşey. Rusya'da da putin'in 1 mayıs'a katılması gibi... Fakat ne kadar tartışılsa da bu durum, yine de (klişe olacak ama) alt yapı-üst yapı çelişkisi sanırım bu durumu farklılaştırabilir. Yani gayet liberal ortamda işçi bayramlarına da izin verilip, devlet bunu sahiplenirken. Yapısal çatlaklar oluştuğunda, taban insiyatifi güçlendiğinde ve yukarıdakilere bir basınç uygulama -en azından böyle bir "tehlike"- arz edildiğinde, birer birer tüm hakların nasıl da geri alındığı ile karşı karşıya kalınmaması olasılık bile değildir. Ama bir şeyin millileştrilmesi (merkezileşme) -ne kadar klasik komünist teoride de yer alsa- tehlikeli ve itici geliyor buluyorum. "İktidar" zehirdir diye boşuna dememişler.