Tuesday, October 30, 2012

Orta Yaş

BirGün
28 Ekim 2012

Üniversitedeki ilk öğrencilerim artık otuzlu yaşlara geldiler. Otuz yaşında olmak zordur. Bir ipi bırakıp bir başkasını tutmak gibidir bazen. Her zaman dengede duramaz insan.

Benim öğrencilerden bazıları da havada kalmış olsalar gerek ki, şu aralar göçmen kuşlar gibi etrafımda uçuşuyorlar. Biri geçen gün bana şöyle dedi: “Hocam, kendimi bir roman karakteri gibi hissediyorum.” “İyi ya!” diyecek oldum, susturdu beni. “Yok öyle değil,” diye atladı hemen. “Ben başarısız bir roman karakteriyim. Kitabın ortasına geldik, hâlâ bir numara yok.” Kendinden ne tür bir numara bekliyorsa artık, bir müddet sessizce oturdu. Sonra da fırlayıp gitti.

Aynı hafta içinde, kendine has karakteriyle beni hep gülümsetmiş olan bir başkası şunu söyledi: “Siz beni harika biri zannediyorsunuz ama öyle değilim. Sizi bile hayal kırıklığına uğrattım.” Bunun üzerine oturup bir güzel ağladı. Ağlayana hiç dayanamam. Hele sevdiğim biriyse. Dolayısıyla, ikinci kupleden sonra ben de ona eşlik ettim.

Bir diğeri de beni ziyaret etmek için okula kadar gelip, “Hepimiz öleceğiz!” dedi ve gözlerini açıp bana uzun uzun baktı. “Bir çay daha ister misin?” dedim ben de.

Gençliğin sona ermesi hüzünlüdür. Bu konuda benden beklenen kılavuzluğu yapabiliyor muyum, emin değilim. Üstelik kendi gençliğimle daha yeni yeni vedalaşabilmişken. Yine de her birini gönülden sevdiğim bu genç insanların bana anlatmaya çalıştıkları şeyi anladığımı düşünüyorum.

Gençken sınırsız olasılıklarla dolu bir dünyada yaşadığımıza inanırız. Gitmediğimiz bütün yollar hâlâ açık bir şekilde önümüzde durmaktadır. Hayat sürprizlerle doludur ve bizi beklemektedir. Ancak öyle bir gün gelir ki, bir şeylerin ortasında olduğumuzu hissederiz. Artık olayların başladığı yerde değilizdir. Sonsuz zamanımız yoktur. Seçmediğimiz olasılıkların silikleşip yok olduğunu, gitmediğimiz yolları bir daha asla yürüyemeyeceğimizi anlarız. Önümüzde daha önce farkına varmadığımız bir ufuk çizgisi belirir. Bunu düşündükçe irkiliriz.

Kendi sonluluğumuzla yüzleştiğimiz andır bu. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Dünyanın artık bize ait olmadığı hissine kapılırız. Okulda oturduğumuz sıraları başkaları doldurmuştur. Parklarda başkaları dolaşmaktadır sevgilileriyle. Bizim zamanımız geçmiş gibidir. Tanıdık yüzler birer birer yok olur. Başarılarımız, küçük kazanımlarımız önemsizleşir. Acaba bir şeylere geç mi kalmışızdır? Acaba bir şeyleri eksik mi yapmışızdır?

“Hiç Gitmediğim Yer: Kahramanın Yolculuğu” adlı kitabında Thomas Van Nortwick, Gılgamış’a olanın tam da bu olduğunu söyler. Efsaneye göre, Uruk Kralı Gılgamış yakın dostu ve kardeşi saydığı Enkidu’nun ölümüyle derinden sarsılır. Günlerce arkadaşının ölüsünün başında bekleyip onun kendisiyle konuşmasını bekler. Ancak Enkidu karanlığa karışmıştır, bir daha geri dönmeyecektir. Sayısız zaferler kazanmış, tanrılara kafa tutmuş ve o ana kadar sonsuz olduğunu düşündüğü gücünün tadını çıkarmış olan bu büyük kahraman, böylece “sınır”la tanışmış olur. Enkidu’yu geri getirmek mümkün değildir. Üstelik, ölüm denen bu felaket belli ki onun da başına gelecektir. Bunun üzerine, Gılgamış sahip olduğu her şeyi bir kenara bırakır, ölümsüzlüğün sırrını aramak üzere sonunu kestiremediği bir yolculuğa çıkar.

İşte bu yolculuğa orta yaş krizi diyoruz. Yani bir açıdan bakınca öyle.

Yolculuğun sonunda ölümsüzlük yoktur. O, bize verilmemiştir. Onun yerine teselli ödülü olarak elimize tutuşturulan şudur: Hayatın ortasına geldiğimizde, sınırlarımızı görmüş, neyi yapıp neyi yapamayacağımızı daha iyi anlar olmuşuzdur. Artık kim olduğumuza dair bir fikrimiz vardır. Yirmili yaşların sersemliği ve bulanıklığı dağılmış, görüş mesafesi artmıştır. Böylece yepyeni bir farkındalık kazanırız.

Nortwick bunun için şöyle diyor: “Artık neysek oyuzdur; ne yapabileceksek sadece onu yaparız. Kendimizi ya da başkalarını, eksik kalmış tanrılar gibi görmek yerine, kusurlu ama gerçek insanlar olarak algılarız.”

Bu kabulleniş, acı verici olsa bile, duygusal olgunluğa ulaşmak için gereklidir. Çünkü bunun gerçekleşmediği koşulda, kendimizi asla olduğumuz gibi bilemeyiz. Bundan sonra yürüyeceğimiz yolları seçemeyiz.

Halbuki bir şeyin ortasına geldiyseniz eğer, daha gidilecek yollar var demektir. Hâlâ bir takım olasılıklar durur önümüzde. Bunlardan seçip ayıklayıp hayatımızın geri kalanını ortaya çıkarmamız gerekir.

O zaman bu bilgiye kucak açmakta fayda vardır. Ölümsüzlükle boy ölçüşemez belki. Ama yine de işe yarayabilir.

4 comments:

www.macerakitabim.com said...

Otuzu yaşlarının ortasından sonra insan bu durumla barışmayı öğreniyor, bir bakıyor ki ağzından şöyle cümleler dökülüyor: sanki kendimi daha çok seviyorum ya da artık ne yapmak istediğimi biliyorum.
Hele bir de çocuk varsa, mecburen o büyürken sen de büyüyorsun:)
Sevgiler

Unknown said...

Yaş ilerledikçe yapman gereken seçimlerde azalıyor ve geçmişte yaptığın seçimlerin sonuçlarını yaşıyorsun. Her bir seçim ya da tercih bir stres nedeni olduğu için aynı zamanda stresinde azalıyor, rahatlıyorsun:)

Betül Ç. said...

sizi öyle çok seviyorum ki, söylemeden geçemeyeceğim.

Meltem Gürle said...

Teşekkürler, Betül. Umarım hak ediyorumdur.