Wednesday, October 23, 2013

Edebiyat bizi daha iyi biri yapar mı?


BirGün Pazar
20 Ekim 2013

Platon “Devlet” adlı eserinde, edebiyatı sağlıklı bir toplumun yaratılmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak görür. Ona göre, ister trajedi olsun ister epik, bütün edebi metinlerin yasaklanması gerekmektedir. Çünkü edebiyat hakikatle değil görüntü ile ilgili bir şeydir. Onun için bizi iyi ve doğru olana götürmesi açısından güvenilir bir araç olarak kabul edilemez. Üstelik denge ve ağırbaşlılık yerine, aşırılıkları konu ettiği için gençleri yoldan çıkarması ve onları erdemden uzaklaştırması kuvvetle muhtemeldir.

Platon’un edebiyata karşı bu tutumu tarihteki tek örnek değildir. Hatta düşünce tarihinin ilerleyişini düşünürseniz, edebiyatın sahalardan kovulması neredeyse sıradan bir olay bile sayılabilir. Edebiyat tarihi de bundan pek farklı değildir. Her yeni tür şüpheyle karşılanmış, her yüzyılda yasaklanan kitaplar olmuştur.

Romanın ortaya çıkışı bunun ilginç örneklerinden biridir. Roman, artık olgunlaşmaya başladığı dönemde bile yerini bir türlü sağlamlaştıramamış ve uzunca bir zaman okuyucuların aklına saçma sapan fikirler sokan tehlikeli bir yenilik olarak görülmüştür. Mesela Henry Fielding’in delişmen bir genç adamın maceralarını anlattığı romanı “Tom Jones,” 1749’da yayınlanır yayınlanmaz, yalnızca devlet adamları tarafından değil eleştirmenler cenahından da, büyük bir tepki ile karşılanır. Dönemin önemli eleştirmenlerinden Samuel Johnson’a göre Fielding, kitaba adını veren karakteri “Tom Jones”u karşı konulmaz derecede sempatik kılarak okuyucuyu yanlış bilgilendirmiştir. Johnson’a göre karakterlerin kusurlarını saklamak ve düpedüz ahlaksız birini sevimli göstermek doğru değildir.

Benzer bir hikaye de, neredeyse iki yüzyıl sonra D. H. Lawrence’ın başına gelir. Yazarın 1915’te yayınlanan “Gökkuşağı” adlı romanı daha ortaya çıkar çıkmaz sansüre uğrar. Sebep yine tanıdık bir meseledir. Lawrence’in karakterleri okuyucuya kötü örnek olmakta ve onları yoldan çıkarmaktadır. Kitabın müstehcen olduğuna karar veren İngiliz mahkemesi, bütün nüshalarının toplanmasına ve imha edilmesine karar verir. Çeşitli dernekler, basının neredeyse tümü ve kitabı hazırlayan yayınevinin yöneticisi bile Lawrence’ı kınayan metinler yayınlar. Hatta romanın halk sağlığı açısından bulaşıcı hastalıklardan bile daha tehlikeli olduğu yazılıp çizilir.

Edebiyatın kişilerin ahlakını bozduğu ve toplumu yozlaştırdığı iddiası bizim ülkemizde de sık sık dile getirilen meselelerden biri. AKP hükümetinin iktidara geldiği 2002 yılından beri yüzlerce kitap yasaklandı ve toplatıldı, yazarlar mahkemeye çıkarıldı, yayınevleri para cezası ödemeye mahkum edildi. Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Marquis de Sade'nin “Yatak Odasında Felsefe” ve Chuck Palahniuk'un “Tıkanma” adlı romanları toplatılır ve Meltem Arıkan’ın Everest Yayınları'ndan çıkan “Yeter Tenimi Acıtmayın” kitabı “muzır” bölümleri çıkarılarak yeniden yayımlanırken, dünya klasiklerinden “Fareler ve İnsanlar”ın ve dünyanın en çok okunan çocuk kitaplarından biri olan “Şeker Portakalı”nın okullarda okutulması engellendi.

Sebep hep aynıydı. Bütün bu kitaplar “uygunsuz”dular. Okuyucuyu yoldan çıkarıyor ve “iyi insan” olmanın önünde engel teşkil ediyorlardı. Zaten edebiyatın insanı gereksiz hayallerle saçma düşüncelere sevk etmesi kuvvetle muhtemeldi. Aslolan edebiyat değil, ilim irfan olmalıydı.

Bunu iddia edenlere şaşıracakları bir haberim var. Geçtiğimiz günlerde, yüzyıllardır süren bu tartışmaya son verecek bir araştırma yayınlandı. Öyle görünüyor ki, edebiyat nihayet bilimin gözünde de aklandı.

New York Times’in verdiği habere göre, “New School for Social Research” adlı kurum tarafından gerçekleştirilen “Edebi Eserleri Okumak Zihin Teorisini Güçlendirir” başlıklı araştırmada, değişik arka planlardan gelen katılımcılara okumaları için çeşitli metinlerden bölümler verilmiş. Bunun hemen ardından da, bilgisayarda bir empati testi yapmalarını istenmiş. Bazıları Woolf, Lawrence, Faulkner gibi yazarların romanlarından alınmış metinler okumuş. Bazıları ise çok satan kitaplardan bölümler okumuş. Başka bir gruba bir dergiden yazılar verilmiş. Kimilerine de hiçbir şey verilmemiş.

Araştırmanın sonucuna göre, edebi metin okuyanlar empati testinde diğerlerinden çok daha yüksek skorlar tutturmuşlar. Araştırmayı yürütenler, şu ana kadar ele geçirdikleri verilere dayanarak “edebi metinleri okumanın Zihin Teorisi’ne büyük katkısı olduğunu” söyleyebileceklerini ifade etmişler. Onlara göre, edebi metinler okumak bizi roman karakterlerinin zihinsel süreçlerine ortak ettiği için, karmaşık psikolojik durumları anlamamıza yarayacak (çıkarımda bulunmak ve yorum yapmak gibi) becerileri güçlendirecek bir rol oynuyor olabilirmiş. Çok satan romanlar gibi popüler metinler ise, genellikle tekdüze ve öngörülebilir karakterler sundukları için bu tarz zihinsel faaliyetleri uyaran bir özellik taşımıyormuş.


“Yüksek edebiyat” ve “düşük edebiyat” ayrımı nedeniyle biraz burnu havada bir edebiyat tanımı yapıyor olsa da, bu araştırmanın bize önemli bir şey söylediğini göz ardı edemeyiz. Bu çalışmaya göre, edebiyat kişinin kendi varlığının sınırlarının dışına çıkmasının yollarından biridir. Okuduğumuz edebi metinler sayesinde kendi yaşantılarımızın ötesine geçebilir ve başkalarının dünyasına açılan bir kapının hiç olmazsa eşiğinde durabiliriz. Ötekilerin zihinlerini görür, yanlarında durur, yaşadıklarının seyircisi oluruz.

Üstelik edebiyat, politikacıların vehmettiği gibi, yozlaşma, kötü yola sapma, ya da zaman kaybı anlamına gelmez. Aksine, bizi daha anlayışlı, daha duyarlı ve zeki kişiler haline getirir. Karmaşık ama yine de inanılır karakterler sunduğu ölçüde, düşünmeye ve empati duymaya teşvik ederek, “biz” olmayan birini anlamamızı mümkün kılar. Bir romanı okurken, bir başkasının zaaflarına, hatalarına ve bazen de düşüşüne şahit oluruz. Ama yine de onu bağrımıza basabiliriz. Bize hiç benzemeyen birini anlayabilir ve hatta sevebiliriz.

Ben bundan daha güzel bir “iyi insan” tarifi bilmiyorum. Ya siz?

1 comment:

Barış ÂŞIK said...

Kötü adamı hep daha çok sevmişimdir; özellikle sosyal bir durumun içerisinden çıkmaya çabalarken kirlenen kötü adamları.

Sanırım olay iyi ve kötü tarifinin değişkenliğinden kaynaklanıyor. Bence sorun; dini, ahlaki vb. gözlüklerimizi takıp edebiyatı yargılamamızdan kaynaklanıyor. Halbuki edebiyatı yargılamamı gereken ölçütler çok çok farklı.

Platon'un "edebiyat sağlıklı bir toplumun önünde engeldir." şeklinde düşünmesi ilginç geldi. Sanırım o kitabından mükemmel devleti tanımlamaya çalıştığı için tıpkı matematikte olduğu gibi bazı değişkenleri göz ardı etmek istedi. Herhalde bu değişkenler denkleme girdiğinde istediği sonuçtan uzaklaşıyordu. O yüzden bu şekilde düşünmesini yadırgamıyorum.