Monday, May 31, 2010

GERMINAL


BirGün
30 Mayıs 2010

90’ların başı olmalı. Çok soğuk ve sert geçen bir kış. Evde bir türlü ısınamıyoruz. Ankara’dan sevgilim gelmiş. Böyle zamanlarda hep yaptığımız gibi kalkıp sinemaya gidiyoruz. Süreya Sineması’nda Gérard Depardieu’nün başrolünü oynadığı ‘Germinal’ gösteriliyor. Bir heves koltuklara yerleşiyoruz. Ama sinemanın da ısıtma sistemi bozulmuş. Dişlerimiz birbirine vurarak filmi izliyoruz. Film çok iyi. Bir süre sonra soğuğu unutuyoruz. Karlı geceye çıktığımızda artık üşümüyoruz. İçimiz ısındığı için değil. Filmin etkisinden kurtulamadığımız için. Konuşa konuşa eve dönüyoruz. Madene inmeye hazırlanan Étienne’e lambasını uzatırken ‘Ona iyi bak. Bu lamba madencinin güneşidir’ diyen Toussaint Maheu, yani Depardieu, günlerce aklımızdan çıkmıyor.

Emile Zola’nın unutulmaz romanı ‘Germinal’ yalnızca bir grevin hikayesi değildir. 1860’larda Kuzey Fransa’nın küçük bir kasabasında yaşayan madencilerin hayatını anlatan bu roman, aslında yazarın yüzyılın başındaki haliyle kapitalizmi takdimidir.

Zola’nın çok iyi anladığı ve maharetle anlattığı şeylerden biri, kapitalizmin bizi insanlıktan çıkardığı ve doğrudan hayatımıza kastettiğidir. ‘Germinal’in kadınları ve erkekleri bütün roman boyunca insan kalabilmek için mücadele verirler. Hayatları yerin dibine inip çıkardıkları kömür parçası kadar bile değerli değildir. Karşılarında onları hayvanlar gibi yaşamaya zorlayan ve bütün güzellikleri ellerinden alan bir güç vardır. Bu insanların neşelenmeye, aşık olmaya, güneşin altında uzanıp yatmaya, ya da bir kap yerine iki kap yemek yemeye bile hakkı yoktur neredeyse. Her şey çirkinlikten ve karanlıktan ibarettir. Dev bir ağız gelip bütün ışığı yutmuş gibidir sanki.

‘Germinal’de bu dev ağzın adı ‘Le Voreux’dür. Zola, bütün romanı bu maden ocağının etrafına örer. Onun dünyaya açılan karanlık ağzında kapitalizmin doymaz iştahını görür. İşçilerin madene inişini şöyle anlatır mesela: ‘Ve böylece şaft bir sonraki öğünü için harekete geçti. Madencileri ocağın derinliklerine indiriyor, hep aynı açgözlülükle daha fazla daha fazla adam yiyordu. Yarım saat boyunca hiç durmadı, çünkü bu canavarın dev ağzı bütün bir dünyayı yalayıp yutabilirdi.”

Zola’nın genç ve idealist kahramanı Étienne Lantier de madene inmeye karar verdiğinde benzer şeyler düşünür: “Sebebini bilmiyordu. Ama yeniden madene inmek ve acı çekip mücadele etmek istiyordu. Bonnemort’un sözünü ettiği insanları düşündü öfkeyle, büyük bir iştahla yere çökmüş o açgözlü tanrıyı ve sadece karınlarını doyurabilmek için her gün ona bilmeden bedenlerini sunan onbinlerce adamı.”

Maden elbette insanlar için insanlar tarafından yapılmış bir şeydir. Ama Zola’nın elinde, kendi başına bir varlık kazanır ve bir canavara dönüşür. Böylece insanların hayatını kolaylaştıracak bir düzenek olmaktan çıkar ve bitmek tükenmek bilmeyen açlığıyla her gün onları yeniden yutmaya hazırlanan korkunç bir yaratık gibi temsil edilir. Bu Zola’nın kapitalizme bakışıdır. Onu tarif etme biçimidir.

Ne yazık ki, Zola’nın ‘Germinal’de tarif ettiği dünya değişmedi. Sermaye hayatlarımızı belirlediği sürece değişeceği de yok. Taşeron şirketlere teslim edilen Karadon Maden Ocağı’nda güvenlik önlemlerinin yetersizliği sebebiyle 30 işçinin ölümüyle sonuçlanan patlamanın ardından ‘bu mesleğin fıtratında bu var’ diyen Başbakan Erdoğan, bunu bize bir kez daha hatırlatmış oldu. Bunca insanın hayatını karartan maden kazasını kader kısmetle açıklamaya kalkarak hepimizi hayrete düşüren Başbakan bu talihsiz beyanatının ardından özür diler diye umduk. Fakat o, çıkışlarını sürdürdü ve Zonguldak’ta protestoyla karşılanmasının öfkesiyle olsa gerek, ölümlere gösterilen tepkiyi “acıyı istismar etmek” olarak niteledi.

Başbakan, benim takip edebildiğim en son açıklamasında, kazaların kader değil, taşeronlaştırma ve sermayenin kâr hırsının sonucu olduğunu söyleyen toplumsal muhalefete 'Konuyu saptırmayın ben kader demedim, kader dedim' diye cevap verdi.

Erdoğan’ın söylediği şeyi doğru okumak gerek. Başbakan, kendisinin de söylediği gibi ‘kader’ diyerek ‘kader’ demek istemedi aslında. Tanrı’dan gelen ve sorgulanamaz olanı söylemek istemedi. Belki de ‘kader’ diyerek, Tanrı’ya ve ilahi düzene değil yalnızca dünyanın düzenine dair bir şey söylüyordu. Belki de yaptığı şey sadece sermayeden yana konuşmaktı. O zaman bize söylediği şey çok basitti: Madenciysen ölürsün. Dünya böyle bir yerdir. Birileri para kazanırken, diğerleri ölür.

O zaman Başbakan Erdoğan’a ‘Germinal’in devrimci karakteri Étienne Lantier’nin ağzından yanıt vermek isterim: “Tanrı’dan ve cennetten söz edene kadar, önce bu berbat dünyayı düzeltelim.”

No comments: