Monday, July 12, 2010

Sirenlerin Sessizliği


BirGün

11 Temmuz 2010

Odysseia’yı İlyada’dan daha çok severim. Çünkü İlyada bir olayı naklederken, Odysseia bir kişinin hikâyesini anlatır. Bu haliyle, bir destandan çok bir romana benzer. Daha tanıdık, daha anlaşılır gelir bana.

Homeros, İlyada'nın devamı olan bu destanı yazarken, tek bir karakterin yolculuğunda tüm insanlığın dünya üzerindeki macerasını anlatmak ister gibidir. Öykü, Odysseus'un Truva'nın düşüşünden sonra vatanı İthaka'ya dönmek üzere yola çıkışıyla açılır. On yıl süren savaştan sonra denize açılan Odysseus yolda da bir on yıl daha geçirecek ve kendisini bekleyen sadık karısı Penelope’ye ancak yirmi yıl sonra kavuşabilecektir. Odysseia, bu maceralı yolculuğun hikâyesidir.

Odysseus yolda bütün engelleri aşar, bir sürü zorluktan geçer. Lestrygon adı verilen dev yamyamlardan tutun da, büyücü Kirke’ye kadar bir çok tehlikeyi bertaraf eder. Hatta İthaka'ye nasıl varabileceğini kahin Teiresias'a sormak için Hades’e gittiğinde ‘gölgeler ülkesi’ diye anlatılan ölümden geri dönmeyi bile başarır.

Yine de benim en çok hoşlandığım epizot, Odysseus’un Sirenlerin baştan çıkarıcı şarkılarından korunmak için kendisini geminin direğine sımsıkı bağladığı bölümdür. Burada onun kendine duyduğu inançtan her seferinde etkilenirim. Bir kulaç zincirle bu güçlü düşmanı yenebileceğine bütün kalbiyle inanır Odysseus. Oysa Sirenler, bu meşakkatli yolculuğun belki de en zor noktasıdır. Hiç ölümlünün taşıyamayacağı bir sırrın şarkısını söylerler. Varoluşun hikayesidir anlattıkları.

Kafka da bundan etkilenmiş olmalı ki, Odysseia’daki bu bölüme dair bir küçük hikaye yazar. ‘Sirenlerin Sessizliği’ adlı bu hikayede, Odysseus bu doğaüstü yaratıkların gücünü bilir ve onların her şeyin içine işleyebilen şarkılarına direnebilmek için kendini teknenin direğine zincirlemekle kalmaz, kulaklarını da bir avuç balmumu ile tıkar.

Oysa sirenlerin şarkılardan çok daha ölümcül bir silahları vardır, o da sessizlikleridir.
İnsan birinin şarkılarından kurtulabilir, der gibidir Kafka, ama ya sessizliğinden? Odysseus yanlarından geçip giderken, sirenler şarkı söylemezler. Odysseus ise kulaklarında bir avuç balmumu ile geçer gider onların yanından; sirenlerin sessizliğini işitmez: “Onların şarkı söylediklerini ancak bunu kendisinin işitmediğini sandı. Bir an için çıkıp inen gırtlaklarını, şişip duran göğüslerini, yaşla dolmuş gözlerini, yarı açık dudaklarını gördü; ve bütün bunların, çevresinde yankılanıp sönen ve işitmediği nağmelerin eşlikçileri olduğunu düşündü.”

Eğer Sirenlerin bilinçleri olsaydı, der Kafka, o anda yok olup giderlerdi. Anlarız ki, ölümlü olsalardı bunun anısı ile yaşayamazlardı. Sessizliklerinin duyulmamış olduğunun bilgisini taşıyamazlardı. Ama Sirenlerin hatıraları, duyguları, düşünceleri, benlikleri yoktur. Onun için Odysseus’un sağırlığı onları yok etmez. Saçlarını rüzgara verip kayalara döner ve yeni bir yolcu boy gösterene kadar beklerler.

Oysa insanlar ne ölümsüz ne de hafızasızdır. Bir bilinçle lanetlenmiştir onlar. Varlıklarının bir başkası tarafından tanınmasına ihtiyaç duyarlar. Seslerinin duyulmasını isterler.

Biri sessizliğinize kulak tıkadığında bunun için acı çekersiniz. Neden sustuğunuz önemli değildir. Belki yalnızca sessizlikle başa çıkılabilecek bir durumda kalmışsınızdır. Ya da Odysseus gibi balmumu ve zincirlerinden başka hiçbir şey düşünmeyen biri çıkmıştır karşınıza ve onun kendinden bu kadar memnun olduğunu görünce şarkı söylemeyi unutuvermişsinizdir. Belki de söylenebilecek bir şey kalmamıştır da ondan susuyorsunuzdur. Sonuçta ne kadar yaman bir şarkıcı olursanız olun, sessizlikte karar kılmışsınızdır.

Sessizliğin gücü ise yalnızca duyabilenlere işler. Sağırlar için şarkınız gibi sessizliğinizin de bir anlamı yoktur.

Kafka’nın dünyasında, Odysseus’un hikayesinin böyle bir hâl almasına şaşırmayız. Anlamın ve iletişimin mümkün olmadığı sessiz bir dünyadır bu. Sözün kendisi gibi yokluğu da bir mesaj olarak yerine ulaşmaz, alıcısını bulmaz.

Yine de öyküyü, tam kendisinden beklenecek şekilde, garip bir dönemece sokarak bitirir Kafka. Derler ki, diye devam eder, Odysseus “öylesine kurnaz, öylesine tilkinin biriydi ki, yazgı tanrıçası bile zırhını delemedi. Hani insan anlayışının ötesinde ama, belki de o, Sirenlerin sessiz olduğunu gerçekten farketti ve yukarıda anlatılan numarayı hem onlara hem de tanrılara karşı bir çeşit kalkan olarak kullandı.”

Kim bilir, belki de hikâyenin aslı budur.

No comments: