BirGün
15 Temmuz, 2012
Barış Uygur’un
İletişim Yayınları’ndan çıkan Feriköy
Mezarlığı’nda Randevu adlı polisiyesi bir kayıp hikayesi ile başlıyor.
“Divanın üzerinde uzanmış pencerenin önünden geçen
ayakları seyrediyordum. Yapmam gereken bir iş vardı. Genç bir kadın kaybolmuştu
ve ben bulacağımı taahhüt etmiştim. Ama nasıl?”
Bunları düşünen Süreyya
Sami bir polis eskisi. Oy vermese de seçim sonuçlarını, takım tutmasa da
maçları, kendisi pek katılmasa da hayatı dikkatle izleyen biri. Tanju Okan şarkılarıyla
Sadri Alışık filmlerinden çıkmış duygusallığını genellikle yumruklarıyla
gizliyor. Teşkilattan ayrılalı çok olmuş ama arada bir dolabındaki iki
kravattan birini takıp iş takip ediyor. Bu öyküde de kayıp bir kadının peşine
düşmesi için tutuyorlar onu.
"Annem yıllar önce bana 'Bir kadın aranmak
istemiyorsa, onu asla arama. Bazı kadınlar, sen onları ara diye
aranmak istemiyormuş gibi yapabilir. Onları da arama. Aranmak isteyen
bir kadını da arama, bırak o seni bulsun,' demişti. Annemin bütün
öğütlerine uysaydım zaten şimdi bambaşka yerlerde olmam gerekirdi.”
Böyle diyor Süreyya
Sami. Oysa bütün bunları dert edecek kadar çok kadın yok hayatında. Bayağı yalnız
biri o. Ama yalnızlığını süslemiyor hiç. Verili bir şey olarak kabul ediyor onu.
Süreyya Sami, son zamanlarda polisiyeleri dolduran, kendi erkekliğiyle
büyülenmiş o karakterlerden biri değil. Daha insan biri. Gömleği kirli, paçası
sökük, kravatında yağ izleri var. Başka türlüsünü bilmiyor bile. Kavruk ve
uyumsuz, bir kenarda duruyor. Kadınlara karşı da son derece savunmasız. Onu ilginç
kılan da bu aslında. İncinebilir biri olması yani.
Barış Uygur bu
noktayı çok iyi yakalamış. Üstelik hainlik bu ya, duygusal ilişkiler söz konusu
olduğunda ergenlikte takılıp kalmış bu karakterin karşısına güçlü ve ne
istediğini gayet iyi bilen bir kadın çıkarmaya karar vermiş. Bütün romanın ruh
halini belirleyen de bu karşılaşma oluyor zaten.
Süreyya Sami’nin kayıp
kız Deniz’i ararken tanıştığı Emel’in karşısındaki çaresizliği, cinsler
arasındaki dengesizlikle birlikte sınıfsal bir eşitsizliğe de dayanıyor. Yazar
özellikle bu duyguyu uyandırmakta çok başarılı. Pahalı mobilyalarla döşenmiş
ofislerin, şık ve markalı giysilerin, lüks lokantaların etrafa yaydığı terörü
hikaye boyunca hissettiriyor. Çorbacılardan, çay bahçelerinden, pidecilerden
başka bir şey bilmeyen Süreyya Sami’nin bu dünyada pek bir şansı olmadığını
daha başından anlıyoruz.
Bütün bunlar, Feriköy Mezarlığı’nda Randevu’nun sıkıcı
toplumsal tahlillerle dolu ağırbaşlı bir kitap olduğunu düşündürmesin. Tam
tersine, yazarın mizah duygusu hemen her satırda hissediliyor. Mesela Emel ile ilk
randevusuna hazırlanan Süreyya Sami’nin anlatıldığı kısım unutulacak gibi
değil. Bu sahneyi okuduktan sonra, muhtemelen siz de kimi buluşmaları
hatırlayacaksınız. Saçlarını dana yalamış gibi alnına yapıştıranlar, yeni
gömleğinin yakası boğazına dayandığı için huzursuz huzursuz kıpırdananlar, sürdükleri
ağır kokuya kendileri bile dayanamadıkları için öksürüp duranlar. Hepsi bir bir
gözünüzün önünden geçebilir.
Belli ki bu sıra dışı
karakterle son görüşmemiz değil. Barış Uygur kitabının bir köşesine “Bir Süreyya
Sami polisiyesi” ibaresini düştüğüne göre, anlaşılan onunla yeniden
karşılaşacağız.
Onun için bu
kitabı okumakta, özellikle de yukarıda sözünü ettiğim bölümü akılda tutmakta
fayda var. İlk buluşmadan önce erkeklerin neler yapabileceğine dair paha
biçilmez bir kaynak olduğu için değil. Yani sadece bunun için değil. Daha çok
her konuda hazırlıklı olmak isteyen Süreya Sami’nin kişiliğine dair ileride çok
işe yarayacak bilgiler verdiği için.
Yeniden
görüşeceksek bu bilgilere ihtiyacımız olacak. Serinin devamını heyecanla
bekliyoruz.
No comments:
Post a Comment