Monday, July 23, 2012

İki Paralar

BirGün
21 Temmuz 2012



Bir öğrencimle Beşiktaş’ta çay bahçesinde oturuyoruz. Yan masada tatlı bir kız var. Telaşla geldi oturdu. Önünde defterler kitaplar. Bir çay söyledi ve ders notlarına benzeyen kitabını açıp okumaya başladı.

Biraz sonra kız sandalyesinde kaykıldığında, biz de şortunun cebinden aşağıya doğru kayan iki lirayı gördük. Birbirinin üzerine güzelce yaslanmış yavaş yavaş ilerleyen iki metal para. Kızcağız hafifçe kıpırdandı. Belki de üzerine diktiğimiz bakışları hissettiği için. O öyle yapınca, paralar da cebin ucuna kadar geldi. Düştü düşecek, öyle garip bir dengede durdular. İkimiz de elimizde olmadan nefesimizi tuttuk.

Öğrencim bu gerilime dayanamamış olacak ki, kızı dürtüp “Pardon bağyan, paralarınız düşecek,” demeyi teklif etti. Bense bu iki lirayı kendi haline bırakmaktan yanaydım. İşin heyecanı buradaydı. “Zaten dönüşü olmayan noktaya geldiler baksana,” dedim bilmiş bilmiş “yere inmeleri an meselesi.”

Ben bunları söylerken, hoş gülüşlü genç bir adam masaya yaklaştı. Kız da adamı gördüğüne memnun olmuş olmalı ki, onunla selamlaşmak için fırlayıp ayağa kalktı. O kalkınca, paralar da “hop” diye cebe geri girdiler.

Hayretle birbirimize baktık. Olacak şey değildi. O iki liranın yere düşmesi gerekiyordu. Ama düşmemişlerdi işte. Bunun üzerine sinirli sinirli gülmeye başladık. Fizik yasalarının ihlal edilmesi her zaman insanın sinirini bozar. Oysa kız hiçbir şeyin farkında değildi. Olanlardan tümüyle habersiz gülüp söylüyordu. Biz hala şaşkın şaşkın bakıyorken, onlar sarılıp vedalaştılar. Ardından adam çıktı gitti.

Az sonra bu anın büyüsü dağıldı. Dünya normale döndü. Sanki paralar hiç yere doğru meyletmemişler, biz heyecanlanmamışız, kızcağız birden ayağa fırlamamış, bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi oldu. Olan bitenin tek şahidi olan biz bile başka konulara daldık gittik.

“İki paralar” adını verip bir süre eğlendiğimiz bu hikayeyi eve dönerken yeniden hatırladım. Hayatta ne çok şeyin biz fark etmeden kendiliğinden olup bittiğini düşündüm. Kimi felaketler gerçekleşmeden dağılıp yok olduğu gibi, bazı güzellikler de biz onları göremeden önümüzden geçip gidiyordu.

Senelerce yan sokakta oturup hiç tanışmadan yaşadığımız insanlar. Bunların arasında tanısak belki çok seveceğimiz bazıları. Okulda aynı sıraları paylaşıp hiç yüz vermediklerimiz. Bir nedenle dikkatimizden kaçanlar. Belki de başka bir yöne baktığımız için görmediklerimiz.

Biz onları yakalayıp tutamadan yok olup giden olasılıklar. Hepsi küçücük detaylara gömülü. Çoğu kaçırılmış olan. Binilmemiş bir otobüste, girilememiş bir derste, gidilmemiş bir arkadaş toplantısında bizi uzun uzun beklemiş, sonra solup gitmiş fırsatlar.

Ya da dibimize kadar gelip bize dokunmadan geçmiş felaketler. Uzun sürmüş ama sonunda atlatılmış bir hastalık. Biz geçtikten hemen sonra düşen bir tuğla, çatıdan sarkan bir buz parçası ya da çürüyüp içi boşalmış bir ağaç dalı. Anlık kararlarda gizlenen kurtuluşlar. “O sabah işe gitmedim”ler, “bunların olacağını nereden bilebilirdim”ler, “aslında uçağı kaçırdığıma üzülmüştüm”ler...

Tesadüfler, tesadüfler, tesadüfler...

Bunlar bana bir Woody Allen filmini hatırlattı. Sevdiğim nadir filmlerinden biri. Match Point (Maç Sayısı) adlı bu filmin açılış sahnesinde, bir tenis oyunu görürüz. Oyunun finalinde top nete çarpar ve havalanır. Sahanın hangi tarafına düşeceğini kestirmek mümkün değildir. Sonradan ana karakterin sesi olduğunu anlayacağımız bir dış ses bize şunları söyler:

“İyi olacağıma şanslı olayım, diyen adam hayatın sırrını çözmüştür. İnsanlar hayatın ne kadar büyük bir kısmının şans tarafından belirlendiğini teslim etmekten çekinirler. Bu kadar çok şeyin kontrolümüzün dışında olduğunu kabul etmek korkutucudur çünkü. Bir oyunda öyle anlar vardır ki, top nete çarpar ve saniyenin onda biri kadar bir zamanda havada asılı kalır. Bu anda ileri de geriye de düşebilir. Biraz şansınız varsa ileriye düşer ve kazanırsınız. Ya da belki de düşmez ve kaybedersiniz.”

Anladım ki, “iki paralar” olayı da bu prensibe göre işlemiştir. Hayat berbat, kayıplar kaçınılmaz, insanlar çoğu kez acımasızdır. Ama bazen top sizden yana düşer ve kazanırsınız.

Hatta bazen öyle olur ki, siz dönüşü olmayan bir noktaya geldiğinizi düşünseniz bile, hoş gülüşlü biri çıkıp gelebilir ve dünya ışıkla dolabilir.


No comments: