Monday, April 01, 2013

Düşünen Varlık

BirGün Pazar
31 Mart 2013


Şu aralar hep bir noktadan diğerine doğru hareket eder durumdayım. Bu dönem o kadar çok işim var ki, herhangi bir konuda sakin sakin oturup düşünecek zamanım olmuyor. Fakat neyse ki öğrenciler var. Onlar sayesinde her zaman zihnimi meşgul edecek bir şeyler çıkıyor.

Geçen gün yine derse doğru koşarken, iki öğrencinin arkamda konuştuğunu duydum.
Biri ötekine dedi ki: “İnsan düşünen varlık değildir, oğlum. Bu laf hep yanlış anlaşılıyor. Aslında insan düşünebilen varlıktır. Ama düşünür mü düşünmez mi, bu onun bileceği iş tabii.”

Bunun üzerine durup gülmeye başladım. Dönüp baktığımda çoktan bir köşeyi dönüp gözden kaybolmuşlardı. Yoksa bu genç filozofu da derse götürecektim. Çünkü benim sınıfın ihtiyacı olan tam da buydu.

Her sene, dünyayı yalnızca akıl üzerinden kavrayan bir felsefi gelenekle aylarca uğraştıktan sonra, sonunda sıra varoluşçulara geliyor ve öğrencilerle birlikte bambaşka bir dünyaya ışınlanıyoruz. İşte bu geçiş kısmı bayağı sancılı oluyor. O vakte kadar, düşünüyorum öyleyse varım, gökyüzündeki yıldızlarla içimdeki ahlaki kanunu bilsem bana yeter, yok efendim dünyaya akıl gözüyle bakarsam, dünya da bana akıl gözüyle bakar falan diye oyalanmışken, birden gündelik hayatımızın içindeki kararların ve seçimlerin yarattığı endişe ile yüz yüze buluyoruz kendimizi. Anlıyoruz ki, bütün o öğrendiklerimizin “şimdi” “burada” ve “ben” diye özetlenebilecek halimize pek bir faydası yok. Bu halle karşılaştırıldığında hepsi soyut genellemeler olarak kalıyorlar.

İşte o zaman, insanın aslında düşünen bir varlık olmanın da ötesinde “seçen bir varlık” olduğunu hatırlamak gerekiyor. Düşünmenin bile bu seçimin bir parçası olduğunu anladıkları zaman, öğrenciler bir dünya algısından bir diğerine geçmiş, varoluş meselesinin temelinde yatan o baş döndürücü özgürlük fikriyle yüz yüze gelmiş oluyorlar.

Mesele bundan ibaret değil elbette. Ama bir dünya algısından bir diğerine sıçramayı sağlayacak anahtar bu. Aklın hayatın içindeki halimizi açıklamaya yetmediği meselesi yani. Bunu anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. İstanbul trafiğinde bir saat geçirmeniz yeter. Sizce direksiyonun arkasında duran o kadar insan, bu kadar hatalı davranışı doğrusunun ne olduğunu bilmedikleri için mi yapıyor? Hiç sanmam. Bile bile kuralları ihlal edenlerin çoğunlukta olduğunu bile söyleyebiliriz. Hatta bu o kadar yaygın bir davranış ki, durumu önce ilan edip sonra arabasını ters istikamete sokan taksi şoförleri dernekleşseler yeridir.

O zaman, insanları böyle davranmaya sevkeden şey nedir? Hatalı sollama yapanları, çok iyi bildikleri bu kuralı ihlal etmeye iten nedir mesela? Üstelik canları pahasına. Aptallık deyip geçebilirsiniz elbette. Haklı da olursunuz. Ama bence bundan fazlasıdır. Sorsanız size farklı bir şey anlatacaklardır çünkü. Bir çoğu bu kuralın başkaları için konduğunu, ama kendisini bağlamadığını söyleyecektir. Çünkü başkaları körce itaat ederken, o özgür iradesini kullanıp o özel koşul için karar vermektedir. Seçme hakkını kullanarak kendisini genel ahlâktan (ya da bir kurallar bütününden) ayırmaktadır. Böylece farklılığının altını çizmekte ve anonim olmaktan kurtulmaktadır. O özel koşul için doğru bulduğu manevra hakkını kullanarak, kendine bir ayrıcalık atfetmektedir.

Bunu çok yanlış bir mecrada yapmaktadır. Orası ayrı. Fakat direksiyonun arkasında duran kişiyle bunu o anda tartışmak istemeyebilirsiniz.

Öyleyse, insanoğlunun “arada bir düşünen varlık” olduğunu söyleyen şu muzip çocuğun sesine kulak vermemiz gerekiyor. Evet, şakayla söylenmiş bir şey, komik de gerçekten. Ancak daha da önemlisi, doğru bir tespit bu. Düşünebiliyor olmamız doğru olanı seçeceğimiz anlamına gelmiyor. Seçebiliriz elbette. Ama genellikle bunun tersi oluyor.

Halbuki geleneksel Batı felsefesi, Plato’dan bu yana doğru ile yanlışı ayırt edecek akla sahip olduğumuz sürece, ahlâki olanı yapacağımızı varsayıyor. Öyle ya! Akla uygun olmayanı neden seçelim ki?

Ne var ki, seçim dediğimiz şey de tam burada yatıyor. Akla uygun olmayanı seçebilecek olmamızda yani. Yoksa gerçek bir seçimden söz etmemiz mümkün olmayacak çünkü. Her zaman akılcı davranan, her zaman doğru olanı yapan birinin, özgür iradesinden söz edebilir miyiz? Gerçekten bir seçim yaptığını söyleyebilir miyiz? Olsa olsa öngörülebilir bir hayat yaşadığını söyleyebiliriz. Her köşesi ve anı tahmin edilebilir bir hayat.

Oysa, herhangi bir insan için bunu söylemek bile mümkün değildir. Çünkü tanıdığınız insanlar arasından en sistemli, akılcı, metodik olanlar bile bir gün tamamen akıldışı bir şey yapacaktır. Elbette insanların en nihayetinde aptal olduklarını da varsayabiliriz. Ama bir an için böyle olmadıklarını düşünelim. Bir an için herkesin, özgür iradesi olan biri olduğunu kendine ispat etme arzusu içinde olacağını hayal edelim. O zaman, birer mekanik oyuncak gibi görünen bu kişilerin bile, bir gün tamamen saçma bir şey yaparak bizi şaşırtacaklarından emin olabiliriz.

Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar”da söylediği gibi, insanın en önemli işi budur: “Çılgınca hayallerini, en beter aptallıklarını bırakmak istemez; çünkü bir piyano tuşu değil de insan olduğunu ispat etmek derdindedir.” Dostoyevski bununla, bizi belirleyen en temel meselenin akıldışı olanı seçebilecek olmamız olduğunu söyler. Yani kendini başta doğa kanunları olmak üzere bütün kurallardan (ve bu kurallara itaat eden kalabalıklardan) ayırmak arzusu, insan olmanın belirleyici koşuludur ona göre.

Düşünen varlık fena bir tanım değil elbette. Ama bence insan olmanın ne olduğunu gerçekten anlamak istiyorsak meseleye bir de bu taraftan bakmalıyız.

Kim bilir belki o zaman İstanbul trafiğini bile anlayabiliriz.

2 comments:

temel said...
This comment has been removed by the author.
temel said...

'pekala bilirsiniz ki hayat sonu gelmeyen mantıksızlıklarla doludur, bu mantıksızlıklar -yüzsüzlüğe bakın- doğru gibi görünmeye bile muhtaç değildirler, çünkü gerçektirler.''

l.pirandello(altı şahıs yazarını arıyor)