Wednesday, April 17, 2013

Tutarsız Biri

BirGün Pazar
7 Nisan 2013


Önümüzdeki bir iki hafta boyunca bir grup öğrencim ile birlikle Dostoyevski’nin “Budala”sını okuyacağız. Bu konuda bayağı heyecanlıyım. Onun için, geçen hafta hummalı bir telaş içinde bir yandan romanı okumaya başladım, bir yandan da konuyla ilgili makaleleri toparlamaya çalıştım. Kimi zaten evde vardı, sorun olmadı. Ama bazıları için kütüphaneye gitmek gerekti. 
Bunlardan bir tanesini uzun uzun aradım. Birisi, makalenin bulunduğu kitabı almış ama aldığı yere koymak ya da iade raflarından birine bırakmak yerine, kafasına göre bir köşeye sokuşturmuştu. Sonunda bir tesadüf eseri bulup çıkardım onu. Ama çok zamanımı aldığı için canım sıkıldı. 
Söylene söylene kitabı alıp çıktım. Bir yere oturup romanla ilgili bölümü bulmaya çalıştım. Aradığım bölümü bulunca, sinirim iyice tepeme çıktı. Çünkü birisi hiç üşenmemiş satır satır bütün makalenin altını çizmişti. Makul yerleri çizse neyse. Kimi sayfalarda neredeyse işaretlenmemiş cümle bırakmamış, hatta bazı yerlerde hızını alamayıp satırların altını iki kere çizmişti. 

Ne biçim insanlarlar var, dedim kendi kendime. Belki fotokopi çektirip sınıfa yollarım diye düşündüğüm bölüme şöyle bir göz gezdirdim. Tamamen okunmaz hale gelmişti. Olayın tek iyi tarafı, hezeyanlar içindeki bu okuyucunun kitabı çizerken kurşun kalem kullanmış olmasıydı. Bir süre, iyi bir silgim olsaydı belki kitabı temizleyebilirdim diye düşünerek oyalandım. Ama sonra, bu projenin imkansızlığı ortaya çıktı. Rakibimi küçümsemekle hata ettiğimi anladım. Sayfalar ilerledikçe anlaşıldı ki, bu kitabı temizlemek için yalnızca iyi silgi değil on saat bıkmadan çalışabilecek şevkli ve pazulu kişiler gerekiyordu. 
Sonra garip bir şey oldu. Sayfalardan birinin kenarında küçük bir not gördüm. Dostoyevski karakterlerinden biriyle ilgili bir analizin yanına, yine kurşun kalemle şöyle yazılmıştı: “Tutarsız biri.”
Bu küçük nota hayretler içinde bakakaldım. Yazıyı tanımıştım. Benim el yazımdı. Senelerce önceki ve belki en ham haliyle. Benzetiyor muyum acaba, diye düşündüm önce. Ama “z”nin göbeğine attığım çizgiyi, “T”lerin birer harften ziyade “+” işaretine benzer halini tanımamak mümkün değildi. Kitabı yüzüme yaklaştırıp bir de yakından baktım. Hiç yanılma payı yoktu. Bu bendim.
Kendi gençliği ile sokakta karşılaşmış birinden pek farkım yoktu. Uzun uzun sayfaları çevirdim. Demek bu bölümü mahveden bendim! Belki başka izler de bırakmışımdır diye bütün kitabı gözden geçirdim. Bunun dışında bir şey bulamadım. Anlaşılan, o zaman da sadece “Budala” ile ilgili bölümü okumuştum. 
Yine de bu kitabı aldığıma, bu bölümü okuduğuma dair bir anı uyanmadı zihnimde. Yazının acemiliğine bakılırsa, öğrenciliğimin erken yıllarında olmalıydı. Belki de bölüme başladığım ilk sene. On dokuz yirmi yaşlarındaki “ben”in nasıl biri olduğunu hatırlamaya çalıştım. Aklıma pek bir şey gelmedi. Kitabın inatla çizilmiş sayfalarına bakarsanız, bildiğiniz vandaldı. Tutarlı vandal. Metin bize başka bir şey söylemiyordu.
Bariz bir küçümsemeyle yazılmış o küçük nota yeniden gözüm takıldı: “Tutarsız biri.” Bunu yazan kişiyle aramda bir bağ olup olmadığını anlamaya çalıştım. Fakat  bütün dünyadan  tutarlılık bekleyen bu şahısla kendi aramda bir ilgi kurmayı başaramadım. Bu kişi her an değiştiğimizi, dönüştüğümüzü ve bunun yaşamın en temel yasası olduğunu bilmiyor muydu? Asla kendisiyle örtüşemeyecek bir Dostoyevski karakterinden tutarlılık beklemenin abesle iştigal etmek olduğunun farkında değil miydi?  
Kütüphane kitaplarını karalayan, sayfaların kenarına ukalaca yorumlar yazan bu kızı tahammül edilmez bulduğuma karar verdim. Dünyayı anladığını sanması iyice sinirime dokunuyordu. O yaşta ve o berbat kurşun kalemle mi? 
Sonra düşündüm de, o benimle karşılaşsaydı ne olurdu acaba? Zamanın çizgisel ve geleceğe dönük akışında mümkün değildi bu belki. Ama ya mümkün olsaydı? 
Bütün hayatımı şöyle bir gözden geçirdim. Yeniden okumak istediğim bölümü ararken elimdeki kitabın sayfalarını çevirdiğim gibi. Hızlı hızlı. Çokça tereddüt, bir sürü hata, bir kısmı yarım bırakılan işler, bazı geri dönüşler ve hiç gidemeyişler. On dokuz yaşında kendinden beklediklerinin bir kısmını gerçekleştirememiş, diğer kısmını da zaten gülünç bulup çöpe atmış biri. Kim bilir kaç kez parçalanıp yeniden birleşmiş, her seferinde bambaşka bir insan olarak yoluna devam etmiş biri. 
Öteki ben’in bunlara aldırmayacağından eminim. Dudak bükerek sırtını döndüğünü görür gibi oluyorum. Belki de elinde kurşun kalemiyle çoktan yürüdü gitti. Ama köşeyi dönmeden kısaca durduysa eğer,  o da mutlaka  “Tutarsız biri,” demek içindi.

1 comment:

asudebirisyan said...

borges'in kum kitabı'ındaki öteki hikayesi geldi aklıma.