Tuesday, July 16, 2013

Günah Keçisi

BirGün Pazar
14 Temmuz 2013

J.M. Coetzee, 1999 Booker Ödülü'nü alan romanı “Utanç”ta basit ama çok sert bir hikâye anlatır. 

Cape Town’da bir edebiyat profesörü olan David Lurie, genç bir öğrencisi ile ilişkiye girdiği için üniversiteden uzaklaştırılır. Herhangi bir pişmanlık belirtisi göstermediği için dostları tarafından da terk edilmiş ve tamamen yalnız bırakılmıştır. Bunun üzerine, taşradaki çiftliğine sığındığı kızının basit hayatında huzur bulmayı dener. Fakat orada çok daha fazla şiddet ve kötülük ile karşılaşacaktır.

Utanç,” bu inançsız ve uyumsuz adamın kendisi ile yüz yüze gelmesinin ve pek başarılı bir şekilde olmasa da işlediği kabahatin kefaretini ödemeye çalışmasının hikâyesidir. 

Ancak hepsi bu değildir. Kitabın merkezine kişisel bir hesaplaşmayı koymuş gibi görünse de, Coetzee alttan alta “apartheid” sonrası yeni ve sancılı bir döneme girmiş Güney Afrika’nın geçirdiği dönüşümü anlatır. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Bütün inanç sistemleri sarsılmış, belirsizliklerle dolu ürkütücü bir döneme girilmiştir. En azından beyaz adam için böyledir bu. Roman açıldıkça, Lurie ile birlikte biz de bunu yavaş yavaş anlarız. 

Kitabın bir yerinde Profesör Lurie, başına gelenlere anlam vermeye çalıştığı bir anda, “günah keçisi” benzetmesine başvurur ve bunun bir zamanlar nasıl işlediğini anlatır:

Günah keçisi olmak, arkasında dinin gücünü bulundurduğu müddetçe geçerliydi. Kentin bütün günahlarını bir keçinin sırtına yükler ve onu kent dışına sürerdiniz. Böylece kenti günahlardan temizlemiş olurdunuz. […] Sonra tanrılar öldü ve kenti onların yardımı olmadan temizlemek gerekti. Sembolizmin yerine gerçek eylemler geçti. […] Uyanık olmak bir düstur haline geldi: Herkesin herkese karşı uyanık olması. Temizlenmenin yerini de böylece tasfiye aldı.” 


Profesör Lurie, içinde bulunduğu toplumun ahlâk kurallarına uymakta zorlanan, onları ikiyüzlü ve sathi bulan biridir. Onun için yukarıdaki yorum, hikâye boyunca devam eden kişisel hesaplaşmasının bir parçasıdır. Fakat bununla romanın daha derinden seyreden siyasi temasını da açık etmiş olur: Ritüeller ancak onlara inananlar olduğu sürece gerçektir. Eğer kimse bir arınma getireceğine inanmıyorsa, günah keçisi ilan etmenin de anlamı yoktur. O zaman keçi sadece yoluna gidecek, kent de günahlarından temizlenmeyecektir. 

Gezi olaylarındaki son gelişmeler, bana Coetzee’nin romanındaki “günah keçisi” tanımını ve bu eski uygulamadaki inanç bileşenini hatırlattı. Bu haftanın en önemli olayları arasında, Taksim Dayanışması’ndan 50 kişinin gecenin bir saatinde derdest edilip gözaltına alınması vardı. Biz onların derhal bırakılacağını bekleyeduralım, bugün 50 kişiden 12'sinin tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edildiği haberi geldi. Bu yazının yazıldığı saatlerde, aralarında Mücella Yapıcı ve Ali Çerkezoğlu'nun da bulunduğu 5 kişinin, "suç işlemek amacıyla örgüt kurmak", "polise mukavemet" ve "2911 sayılı Gösteri ve Yürüyüş Kanunu'na muhalefet etmek" suçlarıyla itham edildiği bilgisi gazetelere ulaştı. 

Görünen o ki, hükümet Taksim Dayanışması’nı gözden çıkarmaya karar verdi. Halbuki kısa bir süre önce Başbakan Erdoğan aynı oluşumun temsilcilerini kendine muhatap almış ve onlarla Gezi Parkı meselesine çözüm bulabilmek üzere görüşme yapmıştı. Demek ki, o zaman bu şahısların bir suç örgütü kurmak üzere harekete geçmiş oldukları şüphesini taşımıyordu. 

Oysa Gezi ile başlayan olaylar büyüyüp de bir halk hareketine dönüşünce, anlaşılan bir günah keçisi ilan etmek kaçınılmaz oldu. Aralarında sivil toplum kuruluşları ve yasal partilerin de bulunduğu 124 bileşenden oluşan Taksim Dayanışması’nın temsilcilerinin illegal örgüt kurmak suçlaması ile yargı önüne çıkarılmasının garipliği bir yana, bir avuç insanın bu kadar kapsamlı bir toplumsal hareketten sorumlu tutulması da ayrıca inanılması güç bir iddiadır. 

Belli ki hükümet, bundan önce çok kereler yaptığı gibi, toplumsal olaylar karşısında iktidarı koruma refleksi ile davranacak ve ülkenin bütün sorunlarından birkaç kişiyi sorumlu tutmayı tercih edecektir. Günahları ile yüzleşmek yerine, onları bu kişilerin sırtına yükleyip kendini temize çıkarmaya kalkacaktır. 

Ne var ki, artık zaman değişmiş, dengeler bozulmuştur. Bu sefer günah keçisi ilan etmek işe yaramayacaktır. Çünkü Coetzee’nin de dediği gibi, günahların bir keçiye yüklenip kentin dışına sürülebilmesi için, herkesin bu ayine inanması, onun işaretlerini okuyabilmesi gerekir. Sembolik eylemler ancak sembolleri okumayı kabul edenler varsa geçerliliğini korur. Memleketin günahlarını sırtına yıkabileceğiniz keçiyi bulsanız bile bütün felaketlerden onun sorumlu olduğuna inandırabileceğiniz milleti bulmakta zorlanacağınız ortadadır. Gezi olayları yaşanmışken, artık kimse ülkenin sorunlarının bu şekilde çözüleceğine inanmayacak, meselenin bir iki kişiye tahvil edilmesine seyirci kalmayacaktır. 

Bu ortak inancın yok olduğu koşullarda, istediğiniz kadar günah keçisi ilan edin, yepyeni bir sayfa açıp siyaset hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edemeyeceğiniz açıktır. 

Günahlar sonunda sizin sırtınızda kalacak, keçi ise yine kendi bildiği yere gidecektir. 

Görsel: Günah Keçisi, Huri Kiriş 2011. 

No comments: