Thursday, August 15, 2013

Bayram Hediyesi

BirGün Pazar
11 Ağustos 2013


Bayramlarda yurtdışında olmanın hiç tadı yok. İnsana gereksiz bir hüzün çöküyor. Elinizi kolunuzu nereye koyacağınızı bilemiyorsunuz. Eve telefon etseniz arkadan telaşlı sesler geliyor, içiniz bir garip oluyor. Sıradan bir günmüş gibi yaşamak istiyorsunuz, onu da başaramıyorsunuz. Ne yapsanız o burukluk geçmek bilmiyor.

Bir süredir akademik işler nedeniyle yine Amerika’dayız. Chicago çok güzel bir şehir. Kalabalık, karışık, eğlenceli. Ama ne zaman buralara gelsem peşimi bırakmayan yabancılık duygusu arada bir yine yokluyor. Yüzlerce kişinin yaşadığı dev bir apartmanda kalıyoruz ve geceleri arka sokaktan gelen silah seslerini duyabiliyoruz. Yarı deli kadınlar sokaklarda kendi kendilerine söylenerek dolaşıyor. Kaldırımlarda sersefil uyuyanları herkes görmezden geliyor. Dün otobüste bir adam yere düştü ve kimsenin kılı bile kıpırdamadı. Adam patates çuvalı gibi olduğu yerde kaldı. İnsan elinde olmadan ürperiyor.

Bayram yaklaştıkça bu yabancılık duygusu artmaya başlamıştı ki, beklenmedik bir karşılaşma neşemi yerine getirdi.

Bir arkadaşımızı görmek için trenle yakın bir bölgeye gitmiştik. Mahallemiz o saatlerde pek tekin olmadığı için taksiyle dönmeye karar verdik. Araba bulamayınca bir süre yürümek zorunda kaldık. Sonunda kara yağız bir adam önümüzde durdu. Biz de hemen koşup onun arabasına atladık.

Taksi şoförü orta yaşlı oturaklı bir adamdı. Gideceğimiz yeri söyledikten sonra kendi aramızda konuşmaya başladık. Bir ara şoförün aynadan bizi izlediğini gördüm. Kendisine baktığımı fark edince “Nerelisiniz siz?” diye sordu. Biraz daha konuşunca Türk olduğumuzu anladı. Sonra kendi memleketini tahmin etmemizi istedi. Bilemedik. Meğer Iraklıymış. Arabanın içindeki belli belirsiz tütün kokusunun nedeni böylece anlaşılmış oldu. Adamın kolunu hafifçe pencereden dışarı çıkarışı, kafasını bir yana eğerek konuşması, sesindeki kılçıklı tonlar... Bütün bu detaylar birden yerine oturdu.

Tanıdık bir mecraya girmenin rahatlığı ile sohbet etmeye başladık.

Dışarıda bir yaz akşamının tatlı serinliği vardı. Saat bayağı geç olmuştu. Bomboş caddede sallana sallana gidiyorduk. Sonradan isminin Haydar olduğunu öğrendiğimiz taksici, pencereyi sonuna kadar açmış derin nefesler çekiyor, bir yandan da konuşup duruyordu. Amerika’daki hayatından, oturduğu mahalledeki Müslümanların bağnazlığından, Irak’ın güneyindeki evinden bahsetti. Ardından Amerika’nın işgalinden sonra Irak’ın durumunu söyledi. İnsanların maruz kaldığı aşağılanmayı anlattı. Müzelerin talan edildiğini hatırlattı. Biliyorduk. Ama bir kez daha dinledik. Bir kez daha üzüldük. “Aynısı Türkiye’ye de olabilirdi,” dedik. “Olabilirdi,” dedi.

Eve geldiğimizde sohbet için teşekkür ettik ve taksi ücretini uzattık. “Koyun o parayı cebinize,” dedi adam bize. İkimiz de neye uğradığımızı şaşırdık. Israr ettik, kabul etmedi. “Bu sizin işiniz. Böyle para kazanıyorsunuz. Almak zorundasınız,” dedim ben. Öğretmen gibi çıkmasına uğraştığım bir sesle hem de. Bunun üzerine adam bize dönüp gülümsedi. Sigaradan lekelenmiş dişlerine rağmen ışıl ışıl bir gülümsemesi vardı. “Ben paramı nasıl olsa kazanırım. Gece uzun,” dedi.

Sersemlemiş bir halde arabadan indik. Kaldırımda durup taksinin arkasından baktık. Adam bizi bıraktıktan sonra arabayı yolun kenarına çekip bir sigara yaktı. Çakmağın alevi kısa bir an için yüzünü aydınlattı. Araba hareket ettikten sonra pencereden dışarı yayılan dumanı gördük. “Bir film sahnesi gibi,” dedi kocam. Sonra ne yapacağını bilemediği için hâlâ elinde tuttuğu banknotu cebine koydu. Kapıyı açıp eve girdik.

Bayram sabahı yine aynı buruklukla uyanınca bu küçük hikâyeyi düşündüm. Belki de evden o kadar uzakta sayılmam dedim kendi kendime. Bayram dayanışma ve ruh zenginliği demek ise, ben de bundan payımı almıştım. Her sene çorap ve mendil olacak değildi ya. Bu sene de Haydar Abi çıkmıştı karşımıza. Çocukken bayram harçlığı için biraz fazlaca sevindiğimde, bunu ayıp sayan babamın usulca eğilip “Koy paranı cebine,” deyişini hatırladım. Utanarak paramı cebime koyar ve ayaklarımı sandalyenin altına saklayarak otururdum.

Bu sene babam yanımda değildi belki, ama bunu aynı cömertlik ve nezaketle söyleyecek biri çıkmıştı işte. İçimden Haydar Abi’ye büyük bir “Helal olsun!” çektim. Sonra ayaklarımı yine eskisi gibi sandalyenin altına kıvırarak sabah kahvemi içtim.  Bayram güzel bir şeydi. Herkese kutlu olsundu.

No comments: