Tuesday, August 06, 2013

Cehennem Çiçeği



BirGün Pazar
28 Temmuz 2013



Devam filmleri, seri romanlar, üçlemeler… Bütün bunlar bende bir kaşıntı uyandırır. Merak ve endişeden oluşan bir kaşıntıdır bu.

Sevdiğim bir filmin devamını görmek istediğimden hiçbir zaman yüzde yüz emin olamam. Aynısı romanlar için de geçerlidir. Hayal kırıklığına uğramaktan korkarım. Yazarlar da benzeri bir hisle dolu olmalı ki, edebiyat tarihi ikinci kitabını hiç bitirememiş romancılar, bir türlü tamamlanamamış seriler ve birinci ciltten sonra yavaşlayıp dağılmış üçlemelerle doludur.

Onun için seri romanlardan her ne kadar hoşlansam da, onlara elimi atmadan önce şöyle bir duraksarım: Ya birincisi kadar iyi değilse? Bu soru lanetli bir fısıltı gibi insanın zihninin bir kenarında durur. Eski arkadaşlarla yeniden buluşmak neden zorsa, devam romanı okumak da aynı sebeple risklidir. Senaryo farklı olsa da bir şeyler fena halde tanıdık gelir. Ve bu her zaman iyi bir şey olmayabilir.

Alper Kamu maceralarının ikinci kitabı olan “Cehennem Çiçeği”ni de bu hislerle aldım. Alper Canıgüz’ü ilk kitabı “Tatlı Rüyalar”dan beri yakından takip ediyorum ama, itiraf etmeliyim ki, bu hikayenin bende ayrı bir yeri var. Canıgüz’ün çocuk karakteri Alper Kamu’ya bir sabık okuyucunun sarsılmaz sadakatiyle bağlıyım. Onun için, uzun süredir çıkmasını bekliyor olmama rağmen, romanı alır almaz okuyamadım. Ertelenen bir buluşmanın heyecanı ile bir süre yanımda taşıdım durdum. Sonunda geçen hafta, serin ve rüzgarlı bir öğle sonrasında divanın üzerine kurulup hepsini bir solukta okuyuverdim.

Romanı bitirdiğimde akşam olmuştu. Üzerime bir türlü kurtulamadığım ağır bir melankoli çökmüştü. İçeriden adımın seslenildiğini duydum. Hiç aldırmadım. Hala okuduğum kitabın etkisi altındaydım. Neden bunu yaşamama izin verilmiyordu? Düpedüz kızgındım. Galiba biraz da sinirlerim bozulmuştu. Çünkü beş yaşındaki bir roman karakterine aşık olmuştum ve bu konuda ne yapacağımı bilmiyordum.

Sabık okuyucuyken sapık okuyuculuğa terfi ettim, dedim kendi kendime. Bir bu eksikti!

Ne var ki, Alper Kamu’ya kayıtsız kalmak olanaksızdı. Serinin ilk kitabı olan “Oğullar ve Rencide Ruhlar”ı okuduğumda, benzersiz bir karakterle karşı karşıya olduğumu zaten biliyordum. Çelimsiz çocuk bedeninde orta yaşlı bir erkeğin ruhunu taşıyan bu lanetli karakteri o zaman da sevmiştim. Ama o zaman ilişkimiz bu seviyede değildi. Ancak ikinci kitabı okuduktan sonra, onun bir kişi olarak canlanıp hayata karıştığını hissettim.

Alper Canıgüz’ü tebrik etmek lazım. “Cehennem Çiçeği”nde, anlatının sadeliği ve kurgusu açısından en az bir önceki romanda olduğu kadar iyi bir iş çıkarmış. Ve bu edebiyat tarihinde pek sık rastlanan bir durum sayılmaz. Devam romanları genellikle yazarların ikinci kitap sendromu nedeniyle dağılır giderler. Bu ise düpedüz parlak bir roman.

Ancak romanın çekiciliği, kurgudan ya da dilden ziyade, karakterin derinliğinden geliyor. Alper Canıgüz, bu sefer karakterini daha iyi tanımamıza izin vermiş. Onun iç çatışmalarını ve varoluşsal hesaplaşmalarını yakından görmemizi istemiş. Böylece, önceki hikayede, belki de mizahla yüklü sahnelerin gölgesinde kalmış oldukları için, o kadar yoğun bir şekilde hissetmediğimiz hüznüne şahit oluyoruz. Birinci kitapta böyle bir derinliğin işaretlerini vermiş olan Alper Kamu, bu romanda sadece eğlenceli ve hazırcevap kişiliği ile değil, dokunaklı iç dünyasıyla ve hatta rüyalarıyla karşımıza çıkıyor:

“Toprak yolun bittiği noktada, önümde sarı bir deniz uzanıyor. Dizlerimin üstüne çöküp sudaki aksime bakıyorum. Bu yüz, benim yüzüm. Bu gözler, benim gözlerim. Ellerim, benim ellerim… Hep kendim kalacağımı idrak ediyorum o zaman. Tanrım, bu nasıl bir lanet? Derimi yırtmak, gözlerimi oymak, dişlerimi sökmek bir işe yaramaz. Kendime mahkumum. Ağlasam, gözyaşlarım benim gözyaşlarım. Ben cehennemde değilim, cehennem benim içimde.”

“Oğullar ve Rencide Ruhlar”ın bir polisiye komedisi gibi okunduğunu hatırlıyorum. Bu edebi türün klişelerini alıp gülünçleştirdiği için böyle bir muameleye maruz kalmıştı. Canıgüz ikinci kitapta da bu tarz gülmece ögelerini kullanıyor. Demir yumruklu ama yumuşak kalpli detektif tipinden beslenen polisiye roman türü ile diyaloğunu sürdürüyor. Bir dönemin çocuklarının bir numaralı arzu nesnesi olan “Düldül” ile Hollywood usulü bir kovalamaca sahnesi yazmak ancak Canıgüz’ün yapabileceği bir şey mesela. Köyden gelmiş çocuk bakıcısından birinci sınıf bir “femme fatale” yaratıp onunla Alper Kamu arasında cinsel tansiyonu yüksek kara film diyalogları kurgulamak da öyle.

Hepsi çok eğlenceli. Yine de Alper Canıgüz’ün romanını unutulmaz kılan bunlar olmayacak.

“Cehennem Çiçeği” sıra dışı güzellikte bir detektif romanı. Bence daha uzun seneler okunacak. Bütün iyi hikayeler gibi o da, kurgusundaki incelikler ya da eğlenceli sahnelerden çok, bizi kendine aşık edecek kadar gerçek bir karakter yaratmayı başarabildiği için hatırlanacak.





No comments: