Sunday, July 01, 2012

Sönmüş Hayaller


01 Temmuz, 2012
BirGün

Berkeley’de en çok sevdiğim şey tuvalet yazılarını okumaktı. Hiç sektirmeden duvar gazetesi okur gibi takip ederdim. Bazıları günlük olaylara işaret ederken, bazıları da daha geniş bir zamana yayılır, hayat dersi verirdi. Bir tanesini hiç unutmuyorum. Birisi tuvaletin kapısına kocaman kırmızı harflerle “Büyük Umutlar” yazmıştı Dickens’in romanına istinaden, başka biri de kurşun kalemle altına silik soluk bir “Sönmüş Hayaller” iliştirmişti.

Bu bana oluşum romanlarının mükemmel bir özeti gibi görünmüştü. Evet, böyle olmaz mıydı her zaman? Roman karakterleri mutlaka büyük hayaller kurarlar ve sonra bu hayallerin peşinde koşarken büyük hatalara düşerlerdi. Ondokuzuncu yüzyılda yazılmış Fransız romanları özellikle bu hayallerin gümbür gümbür yıkıldığı noktayı işaret etmez miydi? Tuvalet yazısını üşenmeyip çiziktirmiş o kızın yazdığı gibi, “Sönmüş Hayaller” bu tarz hikayelerin en önemlisi sayılırdı aslında.

Balzac’ın bu meşhur üçlemesinin Taşralı Bir Büyük Adam Paris’te adlı ikinci kitabında, genç ve yetenekli bir şair olan Lucien bir gazeteci olarak Paris sosyetesinde kendine bir yer edinmeye çalışır. Önce annesinden kalan ve soylu çağrışımları olan de Rubempré soyadını alır. Sonra kendi konumunda bulunan herkesin yaptığı gibi, şehrin kalbi sayılan varyetelerden aktris bir sevgili edinir. Paris’te görünür olmak için belli ki bu gereklidir. Muhalif basından iş çıkmayacağını anlayınca, saf değiştirip kraliyet yanlısı bir gazetede yazmaya başlar ve hükümeti destekleyen bir dil tutturur. Ardından bir takım sahtekarlıklara karışır ve gitgide yozlaşır.

Böylece, özlemlerle dolu bu karakterin bütünlüğünü yitirip parçalanışını izlerken buluruz kendimizi. Lucien, romanın başında hayal ettiği yüksek değerleri birer birer kaybeder. Aşkını, edebiyatını, hayatını tümüyle pazarlamış, en kıymetli şeylerini satışa çıkarmıştır. Üstelik bunun tamamen farkındadır. Kardeşine gönderdiği 15 bin franka eklediği mektuba şunları yazar: “Kendimi öldürmek yerine hayatımı sattım.”

Ancak yoksulken olduğundan çok daha mutsuzdur şimdi. Sonunda aldığı şekle dayanamaz hale gelir ve intihar eder.

“Hayatımın en büyük trajedilerinden biri Lucien de Rubempré’nin ölümüdür,” demiştir Oscar Wilde.

Romanı okuduğunuz zaman, Wilde’ın bir roman kahramanının ölümünden neden bu kadar derinden etkilendiğini anlarsınız. Lucien’in ölümü sanatçının ölümü anlamına gelir çünkü. Onun romanda yaptığı anlaşma Faustvari bir ruhunu satma hamlesidir. Wilde’a acı gelen de herhalde budur.

Şimdilerde Lucien’i sık sık düşünürken buluyorum kendimi. Türkiye hiçbir dönemde sanat ve sanatçıyı el üstünde tutan bir ülke olmadı. Sanat ya da edebiyat için elverişli koşulların yaratıldığı, genç insanların bu yönde teşvik edildiği bir coğrafyada yaşamıyoruz. Ama işlerin bu kadar berbat olduğu bir dönem daha yaşadığımızı da hatırlamıyorum.

Tiyatroların, konser salonlarının birbiri ardından kapatıldığı, adam gibi kitaplar basan yayınevlerinin zorla ayakta kaldığı, muhalif gazetelerin yöneticilerinin ve yazarlarının hapse atıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Bu durumda, yazıp çizmek isteyen, edebiyat ya da sanatla uğraşmayı hayal eden insanların şansı ne olabilir?

Her biri büyük hayallerle taşradan büyük şehirlere gelmiş yetenekli ve akıllı bunca genç insan. Hepsi başka başka alanlarda kendini göstermek umudunu taşıyor. Genç şairler, yazarlar, ressamlar, aktörler.

Bütün bu yetenekli insanlar bir kaç sene sonra acaba nerede olacaklar? Hükümeti destekleyen gazetelerin birinde köşe mi tutacaklar? Reklam panoları mı tasarlayacaklar? Televizyon için muhafazakar komediler mi yazacaklar? Yoksa o dizilerde hepsi birbirini tekrar eden roller oynayarak körelip gidecekler mi?

Böyle düşününce, ortalık Lucienlerle dolacak gibi geliyor bana. Üzülüyorum.

6 comments:

Nesrin said...

Duygularıma tercüman olmuşsunuz hocam.
Yaratıcı sanat boyutu başlı başlına iç karartıcı, bir de akademisyen olma hayali kuran öğrencilerin hali.. Mesela ben İngiliz Ede. yüksek lisansı yapıyorum, fakat her yeri ÖYP denen illet doldurduğundan araştırma görevlisi olma şansım yok. Ya o sisteme dahil olup, (sönmüş) hayallerime ulaşmaya çalışacağım ya da kendi köşeme çekileceğim.
Benim durumumda olan yüzlerce genç öğrenci var, suçları hayal kurmak olan.

Kendi derdimi yazmak için yorum yapmış gibi oldu biraz :) Kişiler önemli değil aslında. Ben, sen, o önemli olan düşünenin, bir şeyler üretmek isteyenin hep engellenmesi. Dediğiniz gibi evet teşvik edilmiyordu belki, ama bu kadar da baskı yoktu eskiden...

brownian said...

Basligi "Sonmus hayaller" diye cevirmek "kaybolmus kayaller"' den daha fazla etki yaratiyor.
Balzac kendini de anlatiyor Lucien karakteriyle. Kendisi de yazmak kadar gecim sikintisindan dolayi yazmak durumunda kalmis bir yazar. Bu bana artik dogal geliyor, hatta boylesi daha iyi: 19. yuzyilda Aristokrat bir aileden gelip gecim derdi olmadan sanat icin uretmek guzel olurdu ama sonraki nesiller olarak biz onlari kiskanclik icinde seyrederdik. Bence sanatcinin biraz (cok demiyorum) aci cekmesi, toplum tarafindan yorulmasi da iyidir. Ama ruhunun ne kadarini kime satacagi kendisine kalmis, tabi satmaya da mecbur degil. Baska yollardan para kazanamiyor diye hukumete ve bagnazlara yaltaklanmak sart degil, hem sadece sanat alaninda degil bilim yaparken bile ayni kaygilar var. Halktan yeterince talep gelse sanatci neden devlet korumasina ihtiyac duysun ki, bu "sanat dusmanligimiz"in sebebi belki de kollektivist koklerimizdir. Milleti aksam ailecek dizi izleyip cekirdek citlatmak yerine tiyatro' ya gitmeye mi zorluycaz.

Meltem Gürle said...

Charles Dickens tefrika etmiştir romanlarını. Balzac'ın Sönmüş Hayaller'de biraz da kendini anlattığı doğrudur. Dostoyevski'nin kumar borçlarını ödemek için yazdığı da.

Ama bütün bunlar insanın ortalama ve renksiz işler yapmasını gerektirmez. Dönüp baktığında yaptığı şeylerin toplamı "vasati kırk çöp" ise, o şahsa artık sanatçı diyemeyiz. Anlatmaya çalıştığım buydu daha çok.

Anonymous said...

nesrin, bence yüksek lisans yapmasan daha iyi.

Meltem Gurle said...

Yapmazsan çok ayıp edersin, Nesrin. Özellikle de bunun üzerine.

Ayşe Marika Sağlam said...

merhaba,Balzac ve Sönmüş Hayaller bende yıllardır geçmeyen bir saplantıya dönüştüğü için yazı,oradan da tüm blog mutlulukla okuduğum bir kaynağa dönüştü. öncelikle teşekkürler,elinize sağlık. size sormak istediğim bir soru var: Sönmüş Hayaller 1-2-3 şeklinde basılmadı mı? Bendeki saplantının kökeninde de bu bulamayış yatıyor, yani, birinci cildini buldum(varlık yayınları) ama diğerleri senelerdir izini sürdüğüm sırlar gibi. diğer ikisi daha sonra başka isimlerle mi devam etti,inanın delinin zoruna bak da diyebilirsiniz,ama bu muamma ile göçüp gitmek istemiyorum (: sevgiler.