Sunday, January 17, 2010

Yemek yemek üzerine ne düşünürsünüz bilmem ama...


BirGün/ 14:17 17 Ocak 2010

Kendim de yemek yemeği sevdiğimden midir nedir, yiyip içen roman karakterinden pek hoşlanırım. Sadece roman karakterleri mi? Yemekten söz eden şairleri de severim. “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” der mesela Cemal Süreya. Onun şiirlerinde her türlü yemek vardır. Zeytin-ekmekten tutun da, pavuryalarla yengeçlere, çiçek gibi donatılmış rakı sofralarına kadar ne ararsanız bulursunuz.
Elbette romanlarda daha sık görürüz yemek sahnelerini. Gerçi kimi yazarlar, sanki kimsenin bir şeyler yemeye ihtiyacı yokmuş davranırlar. Onların karakterleri atlar zıplar yatar kalkar ama asla yemek yemez.
Hep düşünürüm, bunlar aslında yemek yemekten hoşlanmayan yazarlar mıdır? Yoksa karakterlerinin yemek sofralarında tasvir edilmesini bir tür zaaf olarak mı görürler? Ya da belki de hikayenin içinde yemek için ayrılan bölümlerin zaman kaybı olduğunu düşünüyorlardır.
Kanadalı yazar Margaret Atwood, bu meseleye başka bir yerden bakar ve romanlarda yemek yerken göremediğimiz karakterlerin büyük bir çoğunluğunun kadın olduğunu hatırlatır. “İlk kez Ivanhoe’yu okurken dikkatimi çekti bu,” der bir yerde, “Tamam, Rebecca bir kulede yaşıyordu, ama ne yer ne içerdi bu kadın?” Atwood’a göre, bu politik bir seçimdir: kadınların yemek yerken tasvir edilmemesi, kadın iştahının korkutucu bulunmasıyla ilgilidir. Sosyal ortamlarda yemek yememeleri, ya da yiyorlarsa bile kuş kadar yemeleri beklenir kadınlardan. Hele Rebecca gibi romantik bir durumun içindeki karakterler tercihan suyla falan beslenmelidir.
Halbuki başka birtakım yazarlar, yeme içme işlerini bayağı önemserler. Bununla ilgili detayları karakterlerinin kişiliğine dair bir ipucu olarak kullanır, ya da belli bir duyguyu aktarmak için onlardan yararlanırlar.
Iris Murdoch, ‘The Sea, the Sea’ (Deniz, Deniz) adlı romanında, gürültülü hayatını terkedip bir sahil kasabasına sığınan yönetmen Charles Arrowby’nin duygusal dünyasını okuyucuya açabilmek için yediği her öğünü bıkıp usanmadan bize anlatır. Arrowby’nin porsiyonları gitgide küçülür ve basitleşir. Bu da zamanla, hayalini kurduğu ‘arızasız’ ve kontrol edilebilir dünyanın ifadesi haline gelir.
Bir başka örnek de Orhan Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’nde orta sınıf hayatların boğucu atmosferini anlatmak için, uzun sessizliklerle bölünen ve tabak çanak sesleriyle doldurulan öğle yemeklerine başvurmasıdır.
Kimi yazarlar daha da öteye gidip, yemeği romanlarının merkezine koymaktan çekinmezler. Mesela, Laura Esquivel’in ‘Acı Çikolata’sı yemekler aracılığıyla sevdiği adamla ilişki kurmaya çalışan bir kadının hikâyesidir. Yüzyıl başlarında Meksika’da yaşayan ve geleneklere göre evlenmesi mümkün olmayan Tita, ablasının kocası Pedro’ya duyduğu aşkın bir ifadesi olarak roman boyunca hepsi birer sanat eseri olan yemekler pişirir. ‘Acı Çikolata’ yalnızca bir roman değil; yemek tarifleri, kocakarı ilaçları ve kuvvet macunları ile dolu bir katalogdur aslında.
Aslına bakarsanız, en ilginç yemek hikayeleri, cinayet ile gastronomik faaliyetler arasında bir paralellik kurulanlardır: Manuel Vasquez Montalban’ın ‘Merkez Komitesinde Cinayet’ adlı romanı ya da J. Mario Simmel’in dünyaca ünlü ‘Yalnız Havyarla Yaşanmaz’ı (‘Papaz Her Zaman Pilav Yemez’ adıyla da çevrilmiştir) tam da bu tema etrafında dönerler. Simmel’in yemek pişirmeyi seven kahramanı, gizli servis ajanı Thomas Lieven gibi, Montalban’ın eski solcu detektifi Pepe Carvalho da ağzının tadına düşkün bir aşçıdır. Her iki romanda da, bir yandan cinayetler işlenirken, bir yandan da büyük bir titizlikle yemekler hazırlanır ve servis edilir.
Yine de bence yemek üzerine yazılmış en iyi roman Bram Stoker’ın ‘Drakula’sıdır. Aşkının nesnesini yemek isteyen bir aşıktan daha iyisi henüz düşünülmemiştir çünkü.

Not: Gastronomik meselelerden hoşlananlara, bu kitapların yanısıra, 9-30 Ocak tarihleri arasında görülebilecek ‘Yemek’ konulu sergiye uğramalarını da öneririm.

Karşı Sanat Çalışmaları
Gazeteci Erol Dernek Sk. No: 11/4
Hanif Han, Beyoğlu / İstanbul
Telefon: 0212 - 245 71 53

No comments: